LIMSwiki
İçindekiler
Ekolojik mültecilik, ani veya uzun vadeli çevresel değişikler sonucunda yaşamları veya yaşam koşulları kötü bir şekilde etkilenen; bunun neticesinde daimi yerleşimlerini bir süreliğine veya sürekli olarak terk etmek zorunda kalan veya bırakılan; aynı ülke içerisinde veya başka bir ülkeye göç etmek tercihinde bulunan ya da zorunda kalan kişiler veya grupların göç hareketini tanımlayan bir kavramdır.[1] Ayrıca, ekolojik mültecilik hakkında son dönemlerde yapılan çalışmalar incelendiğinde karşımıza ekolojik mültecilik kavramı yerine çevresel mülteci, iklim mültecisi/göçü, iklim değişikliği mültecisi, çevresel olarak yerinden edilmiş kişi, afet mültecisi ve eko-mülteci gibi kavramlar da çıkmaktadır.[2]
Ekolojik mülteciliğin nedenleri
Ekolojik mülteciliğe sebep olan olayların büyük çoğunluğu doğal afetler ile ilişkilidir. Her ne kadar Robert Stojanov, ekolojik mülteciliğin sebepleri arasında deprem, volkanik patlamalar, kıyı şeritlerinde patlak veren ciddi fırtınalar gibi doğa olaylarını gösterse de, bunların yanına eklediği sel ve erozyon gibi doğa olaylarında insanın etkisini görmek mümkündür. Stojanov, ayrıca yavaş hızda gerçekleşen ve sonuç olarak ekolojik mülteciliğe sebep olan olaylar arasında deniz seviyesinin yükselmesi, kıtlık, iklim değişikliği ve çölleşme gibi olayları da göstermiştir.[3]
İlk bakışta ekolojik mülteciliğe neden olan en büyük etmenlerden biri olarak gözüken afetler, aynı zamanda ekolojik mülteciliğe dair en somut örneklerin incelenebileceği alandır. 1988 yılında Ermenistan'ın Erivan kentini vuran 7,2 büyüklüğünde deprem, civar bölgede yaşayan 25 bin insanın hayatını kaybetmesine yol açmış ve bunu takiben yaklaşık olarak 500 bin civarındaki bir kitlenin Rusya ve Kuzey coğrafyalara göç etmesine sebep olmuştur. Ayrıca kritik bir kuşakta bulunan California'da yaşanan her depreme paralel oluşan göç dalgaları da bu bağlamda en bilinen unsurlardan birisidir. Yalnızca “deprem” penceresinden baktığımız afetlerin çoğu oldukça ciddi bir yıkıcı güce sahiptir ve bu sebepten ötürü insanların hayatını doğrudan değiştirmekte ve göç sebep olmaktadır. Afetler, insanın hem kendi eliyle sebep olduğu hem de “doğal” sebeplerden ortaya çıkan, ekolojik mülteciliğe neden olan ciddi bir unsurdur.
Tüm bunların haricinde savaşlar da ekolojik mülteciliğe dolaylı yoldan sebep olan unsurlardan birisidir. İşlenecek en net örneklerden biri Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’da yürüttüğü kimyasal savaş politikalarının hemen ardından ortaya çıkmıştır. Sık örtülü bir ormana sahip olan Vietnam’ın bu değerini savaşta kullanması sonucunda Birleşik Devletler, bu avantajı ortadan kaldırmak için ciddi kimyasal silahlar kullanmış, ormanı yakmış ve bu saldırılan sonucunda toprağa zehirli maddeler karışmış ve en nihayetinde 15 bin kilometrekarelik Mangrov ormanı yok olmuştur. Ayrıca savaş sırasında kullanılan bombaların da etkisiyle tarım arazileri parçalanmış ve orman köylüleri arazilerinden uzaklaştırılmıştır. Bu, net bir biçimde ekolojik mülteciliğe örnektir. Bu örneğin kritik noktası, köylülerin seçme şansı olmadan “hayatlarını kurtarmak amacı ile” bölgeyi terk etmeleri ve geride kalmış mayınlar yüzünden tarım yapıp hayatlarını idame ettirecekleri topraklara dönemeyecek olmalardır. Bu açıdan “savaş” da pekala ekolojik mülteciliğe sebep olan unsurlar arasındadır.
Ekolojik mülteciliğin sonuçları
Çevresel olaylardan etkilenen ve bu sebepten ötürü yaşadıkları coğrafyayı terk ederek ekolojik mülteci kimliğini alan topluluklar, vardıkları noktada politik bir sonucu da beraberinde getirir. Hukuki açıdan vardıkları ülkede mevcut düzenler nedeniyle net bir yasal kimlik ve yaşam alanı bulamayan ekolojik mültecilerin bu, göç ettikleri ülkede kendilerine edinecekleri yeni yaşam alanları ile ilgili birtakım seçenekleri vardır. Bu seçenekler arasında kendilerine yeni topraklar satın almaları iyi bir alternatif gibi gözükse de ekolojik mülteciler, atacakları bu adım sonrasında kendilerini bir ulus olarak yeniden yaratma imkanı olmayan bir grup olarak kalacaklardır.[4]
Hukuki pencerenin yanı sıra işlenmesi gereken bir diğer konu ise pekala pratikte ne olduğu, insanların neler hissettiğidir. Bu konuya en tarafsız örnek, iklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan aşırı sıcaklar sebebiyle atalarının yüzyıllardır yaşadığı coğrafyaya ayak uyduramamaktan ötürü yerlerini terk etme zorunluluğu ile karşı karşıya kalan Bangladeş ve Hindistan gibi bölge yerlileridir. Bu, kıyı bölgeler hem sıcaklık hem de orta vadede denizin yükselmesi ile tehdit altındadır. Bu bağlamda ekolojik mülteciliğin en ciddi sonucu, “evin terkedilmesidir”. Ayrıca yaşanan hukuki problemler ise bu kitlenin yaşadığı acıyı katlamaktadır.
Ekolojik hukuki durumu ve statü karışıklığı
Çevresel sorunların ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar nedeniyle göç etme tercihinde bulunan bireylerin vardıkları noktada alacakları kimlik ve hukuki durumları, ekolojik mülteci kavramının ortaya ilk çıkışından bu yana netliğe kavuşamamıştır. Her ne kadar Uluslararası Göç Örgütü tarafından ekolojik mültecilik kavramının tanımı net bir şekilde yapılmış olsa da bu tanım hukuki olarak yapılan göçmen tanımlarının hiçbirine tam anlamıyla uymamaktadır. Bunun sebebi, iklim değişikliği veya başka çevre sorunları nedeniyle yer değiştirmeyi tercih eden bireylerin tamamının ülke sınırları içinden çıkmamasıdır. Oysaki mülteci kavramının tanımı, 1951 Cenevre Sözleşmesi'nde şöyle belirtilmiştir:
“…ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen…”[5]
Bütün ekolojik mülteciler ülkelerini terk etmezler. Daha da fazlası, ekolojik mülteciler, Birleşmiş Milletler'in mülteci tanımında belirttiği sebepler olan “büyük ölçüde zulüm görme endişesi, korku veya kamu düzenini tehdit eden şiddet olayları” sebebiyle evlerini terk etmezler.[6] Her ne kadar “ekolojik mültecilik” kavramının isim babası olan Lester Brown’dan ve kavramın uluslararası hukuktaki ilk tanımından bu yana kavramın kapsamı oldukça genişletilmiş ve uluslararası bağlayıcılığı arttırılmış olsa da halen kaçmaya zorlanan insanları tanımlayan mülteci kavramı ile aynı kefeye koyulamamaktadır. Ekolojik mültecilerin, 1951 Mültecilerin Statüsü Sözleşmesi’nde mültecilere verilen gibi uzun vadeli, yasal bir korumaları yoktur.[7]
Ekolojik mülteciliğin sınıflandırılması
Ekolojik mültecilik kavramına dair birtakım çıkarımlarda bulunmak için bu, göç durumu birtakım sınıflandırmalara tabii tutulmuştur. Sınıflandırmalarda dikkat çeken ana unsur, göçün bazı anlamlarda rızaya dayalı olmasıdır. Her ne kadar ekolojik mülteciler farklı başlıklar altında, farklı sorunlar özelinde ayrı ayrı incelenmiş olsa da Renaud, Uluslararası Göç Örgütü ve İklim & Göç Koalisyonu’nun raporlarından anlaşılacağı üzere ekolojik mültecilikte rıza kavramı, ekolojik mülteciliği içinde olduğu ciddi durumlara rağmen bir biçimde seçme şansına sahip olduğundan ötürü BM kaynaklarında belirtilen “mülteci” kavramın oldukça uzak bir noktaya konumlandırmaktadır.
Ekolojik mülteciliğin türleri
Uluslararası Göç Örgütü
Uluslararası Göç Örgütü, yayımladığı raporlarda ekolojik mülteciliği Fabrice Renaud gibi 3 farklı başlık altında değerlendirir. Bunlar acil ekolojik mülteciler, mecburi ekolojik mülteciler ve ekoloji kaynaklı ekonomik mültecilerdir.
Acil ekolojik mülteciler
Acil ekolojik mülteciler, hızlı başlangıç gösteren olaylar sebebi ile hayatını kurtarmak amacı ile kaçması gereken bireylerdir.[8]
Mecburi ekolojik mülteciler
Mecburi, zorlanmış ekolojik mülteciler, aşamalı bir şekilde gerçekleşen çevresel bozulmadan kaçmak zorunda kalan ve çoğu zaman geri dönme şansı olmayan insanlardır.[8]
Ekoloji kaynaklı ekonomik mülteciler
Ekoloji kaynaklı ekonomik mülteciler, geçim kaynaklarının daha da fazla zayıflamasına engel olmak adına halihazırda kötüleşen bir ortamı terk etme tercihinde bulunan bireylerdir[8]
Ekolojik mülteciliğin sınıflandırılmasında farklı yorumlar
İklim ve Göç Koalisyonu
İklim ve Göç Koalisyonu, ekolojik mültecileri etkilendikleri olayların gerçekleşme hızına ve etkilenme oranlarına göre sınıflandırır. Sınıflandırma yaparken araştırdıkları asıl soru, yavaş başlangıçlı ve ani başlangıçlı felaketlerin insan hayatını nasıl etkilediğidir.
Bir kıyas halinde yavaş başlangıçlı ve ani başlangıçlı felaketleri değerlendirmeye alan Koalisyon, iki durumda da mecburi bir göç hareketinin başlayacağını öngörmüştür. İnsanlar ani veya yavaş başlangıç gösteren felaketlere maruz kaldıklarında da göç etmek zorunda kalırlar. Hayatta kalmak için göç etmek zorunda kalan insanlar, ani gerçekleşen olaylarda tercih hakkı kullanmaksızın göç etmek mecburiyetinde kalırlarken yavaş başlangıç gösteren olaylarda ise hem zorunlu hem de gönüllü hareketleri izlemek mümkündür. Bu göç hareketleri her zaman için sınır dışı hedefli olmak zorunda değildir. Felaketlerden etkilenen insanlar kendi ülkeleri içinde de yer değiştirebilir. Buna karşın, Afrika'da yaşanan ve yavaş başlangıç gösteren kuraklık felaketinin sonucunda insanlar komşu ülkelere sığınma gerçekleştirmiştir. Bu açıdan yavaş başlangıç gösteren olayların sınır ötesi göç hareketi yaratma ihtimali daha yüksektir.
Göç hareketlerini geri dönme açısından da inceleyen Koalisyon, yavaş veya ani fark etmeksizin, felaketlerden etkilenen ve mülteci kimliğini alan insanların herkes gibi evlerinde geri dönme arzusuna sahip olduğunu ifade eder. Her iki felaketten de kaçan insanlar genellikle evlerine geri dönerler. Bu açıdan ekolojik mülteciler, Birleşmiş Milletler tarafından yapılan mülteci tanımına büyük çoğunlukla uymazlar ve bu açıdan yasal dayanak edinemezler. Tüm bunlara karşın deniz yükselmesi ve çölleşme gibi geri çevrilemez, eski haline döndürülemez olaylara maruz kalan bireylerin durumu geçici değil kalıcı olabilir. Ayrıca geçici ve kalıcı göçün yanı sıra dairesel göç olarak adlandırılan bir göç türü daha vardır. İnsanlar, yaşadıkları bölgelerdeki su kaynakları ve yağışın azalmasını takiben başka bölgelere göç edebilir ve koşullar düzeldiğine geri dönebilirler[9]
Jodi Jacobson
Ekolojik mültecilik kavramı üzerine ilk araştırmaları yapan isimlerden biri olan Jodi Jacobson, ekolojik mültecileri 3 farklı şekilde değerlendirmiştir:
- Çığ, deprem gibi yerel bozulma üreten felaketler nedeniyle geçici olarak yerinden olmuş kişiler,
- Çevresel bozulmanın geçim kaynaklarını azalttığı ve sağlık adına kabul edilemez riskler oluştuğu için göç etmiş kişiler,
- Arazi bozulumu ve çölleşme gibi yaşam alanlarındaki kalıcı ve imkansız değişiklikler sebebiyle göç eden kişiler.
Ekolojik mülteciliğe dair ilk çalışmalar
Dünyanın tamamında çevresel sorunlardan etkilenen ve ekolojik mülteci olarak adlandırılan bireylerin toplam sayısını bulmak için çalışma yürüten ilk bilim insanlarından biri, 1988'de yaptığı geniş analizde ekolojik mültecilere dair istatistiklere yer veren Jodi Jacobson'dır. Jacobson, World Watch Institute Dergisinin 86. sayısında yayımladığı, ekolojik mültecilerin istatiksel yönlerine dair bilgiler verdiği ilk çalışmasında dünya genelindeki ekolojik mülteci sayısına dair rakamsal tahminlerde bulunmuştur.
Jacobson'dan yalnızca 1 sene sonra ise dünya genelindeki ekolojik mültecilerin sayısına dair bir başka açıklama UNEP Genel Müdürü Mustafa Tolba tarafından yapıldı. Tolba, yaptığı açıklamasında dünya sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek adına harekete geçmezse ilerleyen yıllarda 50 milyon insanın ekolojik mülteci olarak adlandırılacağını iddia etti. Tolba'dan da 1 sene sonra, 1990 yılında Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli, iklim değişikliğinin en büyük sonucunun kıyı erozyonu, kıyı taşkınları ve şiddetli kuraklık sebebiyle gerçekleşecek ve milyonlarca insanı etkileyecek olan bir göç dalgası olacağını açıkladı. İlerleyen yıllarda 2000'lerin başında ise İngiliz Çevrebilimci Norman Myers, ilerleyen zamanlarda ekolojik mültecilerin en büyük iradedışı mülteci grubu olacağını söyledi. Ek olarak Myers, 1990'ların ortalarında 25 milyon çevre mültecisinin bulunduğunu ve bu rakamın 2010 yılında iki katına çıkabileceğini iddia etti.[10] Myers, göçe sebep olan çevresel etkenleri ise çölleşme, su eksikliği, sulanan alanların tuzlanması ve biyolojik çeşitliliğin tükenmesi olarak açıkladı. İlk çalışmalarında Çin, Bangladeş, Hindistan ve Mısır gibi Ekvatora komşu bölgeleri araştıran Myers, diğer delta bölgelerinde ve kıyı bölgelerinde, ada eyaletlerinde ve diğer yerlerde tarımsal sebeplerden yer değiştiren insanlarla birlikte 2050 yılına dek 50 milyon ekolojik göçmen olabileceğini açıklamıştı.[11]
Myers, tüm bunlara ek olarak günümüze daha yakın başka bir çalışmasında 2050 yılında ekolojik göçmen sayısının 250 milyona kadar ulaşabileceğini söyledi.[12]
Günümüzde ekolojik mültecilik
Ekolojik mülteciliğe dair yaklaşımlar ve deneyimler her ne kadar modern çağ ile birlikte anlatılmaya başlansa da tarihte bu kavramın tanımladığı göç durumunun birçok örneği vardır. Örneğin M.Ö. 1000'li yıllardan M.S. 13. Yüzyıla kadar Türk, Hun ve Moğolların yaptıkları göçler, genel ısınma eğilimleri ile ilişkilendirilmiştir. Günümüzdeki ekolojik göç hareketlerinin ana sebepleri ve bu durumu hızlandıran etmenleri ise tarih boyunca gelişen ve değişen unsurlar şekillendirmiştir. Egemen devletin sınırları boyunca ve ötesindeki göçü kesin olarak düzenleme becerisinin artması, sanayileşmeden ötürü ortaya çıkan yüksek karbondioksit düzeylerinin yer değiştirmeye sebep olması ve sera gazı emisyonlarının iklim değişikliğini tetiklemesi, günümüzdeki ekolojik göç hareketlerine sebep olan etmenlerden bazılarıdır[13]
Türkiye
Türkiye'nin ekolojik mültecilik çerçevesinde yaşadığı sorunların büyük çoğunluğu güney komşusu Suriye ile ilgilidir. Suriye'nin uzunca bir süredir iktidarında olan Esad ailesi, uzun yıllarca pamuk gibi yoğun su getiren ürünlerin ihracatını tarım politikası olarak uygulamıştır.[14] Bununla beraber Suriye'nin 2000'li yıllara kadar 6 tanesi ciddi olmak üzere birden çok kuraklık geçirmesi, yani suya iyi hükmedememesi, Saleeby'e göre son yıllarda yaşanan ve şiddetle devam eden kitlesel olayların sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Saleeby'e göre iktidarın, kuraklığının olumsuz sonuçlarını minimuma indirgeyecek etkin kararlar almaması, şu an yaşanan eylemlerin başlangıcındaki ana itici kuvvetlerden biridir.[15]
Amerika Birleşik Devletleri
Kuzey Amerika kıtasında ekolojik mülteciliğe dair yaşanan olayların en somut örneklerinden biri 2003 yılında karşımıza çıkmıştır. Amerikan Ordu Mühendisleri Heyeti, 2003 yılında hazırladığı bir rapor doğrultusunda sel ve erozyon riski nedeniyle boşaltılması gereken 4 kasaba tespit etti. Bu tespitten sonraki 13 yıl içinde taşınması ve yeniden yerleştirilmesi gereken bu kasabaların sayısı daha da artmıştır. Her ne kadar ekolojik olaylardan ciddi boyutlarda etkilenen bu kasaba ve yerleşkelerin tespiti başarılı bir şekilde yapılmış olsa da Amerika Birleşik Devletleri'nin iç hukukunda yeniden yerleştirme durumunu yasallaştıracak herhangi bir kanun vb. çalışma bulunmuyor oluşu, bu vatandaşların akıbetini belirsiz hale getirmektedir. A.B.D'nin bu konuda yapacağı çalışmaların dayandırıldığı tek nokta, şu an için eski başkan Barack Obama'nın verdiği yaklaşık 50 milyar dolarlık yardım sözüdür.[16]
Tüm bunlara ek olarak, dünya nüfusunun çok ciddi bir bölümünün yaşadığı Kuzey Amerika kıtasının Kuzey uç kesimlerinde bulunan Alaska bölgesinde görünen bir takım anormal olaylar, ekolojik mülteciliğin insan haklarını ilgilendiren boyutunu da ön plana çıkarır. ABD'nin Alaska'da yaşayan kendi vatandaşlarının yaşama hakkına gasp etmesi, bu durumun en somut örneğidir. Alaska'daki Shishmaref kasabasında küresel ısınma yüzünden ev tahliye olayları gerçekleşmektedir. Bu kasabada 4000 yıllık kültürün temsilcisi olan toplam 654 kişi yaşamaktadır ve bunlar ABD vatandaşıdır. Burada yaşayan insanlar bölgede tabiatın değiştiğini, donmuş olması gereken yerlerde dalgalar gördüklerini, av hayatının tamamen sona erdiğini, bölgede daha önce hiç görmedikleri türden canlılar gördüklerini ifade ederek, kendi ülkelerine yabancı duruma düştüklerini (yabancılaştıklarını) dile getirmektedirler.[14]
Haiti
Haiti, kitlelerin yalnızca siyasi baskı, tehdit ve Birleşmiş Milletler'e atıf ile ırk, din ve tabiiyetleri yüzünden zulme uğrayacakları sebebiyle göç hareketinde bulunmayacağına, zorunlu göç ve mülteci kimliğinin kazanımı konusunda daha farklı sebeplerin bulunabileceğine dair en net yaşanmışlıklara sahip bir ülkedir. Bu açıdan oldukça kritik bir öneme sahip olan Haiti hakkında Norman Myers, Amerika'ya göç eden kişiler hakkında şu örneği verir:
“Yıllardır Amerikalılar, Haitili “tekne insanlarının”, Florida’ya yönelik akışını izliyorlar. Bu insanlar, yalnızca politik baskı nedeniyle değil, tarımsal ekonomilerinin zeminini oluşturan –toprak, su, ağaç varlığı gibi– çevresel kaynaklardaki büyük ölçekli gerileme nedeniyle de yerlerinden olmaktadır.”[14]
Meksika
Tarihinde misafir ettiği onlarca uygarlığa, yüzyıllarca yetecek kadar tarım alanı sağlamış olan Meksika, 2019 yılına gelindiğinde ise her yıl bozulan onbinlerce hektarlık tarım alanı ile ciddi rakamlarda insan kitlelerinin yer değiştirmesine engel olamamaktadır. Her ne kadar ekonomik açıdan çevre ülkelerden oldukça gelişmiş ve coğrafyanın birtakım sorunlarını aşmış gibi gözükse de Meksika'da her yıl ortalama 250 bin hektarlık tarım arazisi kaybolmakta ve bu arazilerden geçimini sağlayan veya dolaylı yoldan etkilenen yaklaşık 900 bin insan yerlerinden olmaktadır.
Mevcut tarım topraklarının yaklaşık yüzde 60'lık bir kısmının kaybolduğu, bozulduğu veya işlenemez hale geldiği Meksika'nın bu ciddi sorununun en büyük kaynağı ise iklim değişikliğine bağlı olarak gelişen sorunlardır.
Orta Asya
İnsan eli ile ortaya çıkan sorunlara en ciddi örnek, onyıllar boyunca yanlış sulama, toprağa kimyasal karıştırma, aşırı otlatma nedeni ile tarımsal arazilerin kaybolması ve yanlış sanayileşmeye bağlı olarak Orta Asya devletlerinde izlenmektedir. Özellikle Aral Gölü ve etrafı, birtakım yanlış kullanımlar sonucu ciddi anlamda tahrip olmuş ve yaklaşık olarak bugüne dek 100 bin insanın bu coğrafyadan göç etmesine sebep olmuştur.
Aral Gölü ve çevresinin kirletilmesi, dünyadaki diğer örneklerden daha komplike sonuçları da beraberinde getirmektedir zira Aral Gölü'nün onyıllar boyunca sanayi kaynaklı kimyasal aktivitelere maruz kalmış dibinin görünmesi ve göl kurak bir hale gelince de bu yapının rüzgar ile birlikte çevre coğrafyalara sıçraması da insan hayatı için ciddi tehlikeler yaratmakta ve dolayısı ile göçe sebep olmaktadır.
1992 yılından bu yana 100 bin kişi göç veren ve bu rakama her yıl için 30 bin kişiyi daha ekleyen Aral Gölü ve çevresinde dikkate değer bir başka bölge ise İran'dır. Politik olarak hızlı bir gelişmeyi ve nüfus artışını gözlemleyebildiğimiz İran'daki bazı sulak alanların zarar görmesi nedeniyle tahmini olarak 350 bin kişilik total kitlenin bir şekilde iç göç hareketlerine katıldığı kaydedilmiştir.
Asya & Pasifikler
8 milyarlık dünya nüfusunun neredeyse yarısından fazlasını barındıran Güney Asya ve Pasifik bölgelerinde izlenen göç faaliyetleri, İklim ve Göç Koalisyonu'nun ekolojik mülteciliği tanımlarken kullandığı “Ekolojik mülteciler, ani veya gitgide artan çevresel koşullar sonucunda yaşamları veya yaşam koşulları kötü bir şekilde etkilenen; bunun neticesinde daimi yerleşimlerini bir süreliğine veya sürekli olarak terk etmek zorunda kalan veya bırakılan; aynı ülke içerisinde veya başka bir ülkeye göç etmek zorunda kalan kişiler veya gruplardır.” ifadesinin dışında kalan iyi örneklerden birisidir. Bu bölgelerin iyi birer örnek olmasının ana sebebi, bölgede gerçekleşen göç hareketlerinin coğrafyanın değiştirilemez ve insan etkisiyle oluşmamış sebeplerden ötürü gerçekleşmesidir. Bu sebeplerin başında tsunami gelmektedir. Tsunami, deprem gibi sarsıntıların ardından ortaya çıkan bir taşkın faaliyetidir. İnsan kaynaklı olmadığı gibi oldukça fakir bir nüfusu barındıran bu coğrafyalarda önlenmesi de pekala mümkün değildir. Bu sebepten ötürü bu bölgedeki insanlar evlerini terk etmişler ve terk etmeye devam etmektedirler. Bu örneğin yanı sıra konuya dahil edilebilecek ülkeler arasında Bangladeş, Sri Lanka ve Tayland gibi yüksek nüfus yoğunluğuna sahip bölgeler de vardır. Bu bölgelerde tamamen insanın etkisinin olmadığı sebeplerden dolayı oluşan kasırgalar, yalnızca “orada bulundukları için” kitleleri etkilemekte ve yaşam olanaklarını kısıtlamaktadır. Kasırgalar yüzünden insanların evlerini terk ettikleri de kayıt altına alınmıştır.
Tüm bunların haricinde bu coğrafya da dünyanın geri kalanı gibi iklim değişikliğinini genel etkilerinden ciddi anlamda etkilenmektedir. Maldivler ve Kiribati gibi tatil bölgelerinde suyun yükselmesi gözlenebilir hale gelmiştir. Tüm Asya ve Pasifik coğrafyasını ele aldığımızda Uluslararası Yerinden Edilen İnsanları Gözleme Merkezi'nin verilerine göre 42 milyon insan, ekolojik sebeplerden ötürü yerlerini terk etmişlerdir.
Geleceğe dair tahminler
Ekolojik mültecilik, çevre sorunları ve benzeri konularda çalışmalar yapan birtakım örgütler, ekolojik sorunların gelecekte yol açacağı sosyal sorunlara dair çalışmalar yayımlamışlardır. Bunların arasından en güncel ve verdiği rakamlar ile en dikkat çekeni, Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü'nün paylaştığı rapordur.
Dünya Meteoroloji Örgütü
Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren bir organizasyon olan Dünya Meteoroloji Örgütü, 2019 yılında yayımladığı ve sıcaklık bağlamında sosyal sonuçları incelediği “2019 concludes a decade of exceptional global heat and high-impact weather” adlı çalışmada yakın gelecekte yalnızca sıcaklığa dair sebeplerden ötürü 22 milyondan fazla kişinin evinden uzaklaşmak zorunda kalacağını açıkladı. Ayrıca bu rapor, göç kavramını insandan ziyade tüm canlı varlıklar bağlamında incelediği için ayrı bir öneme sahip zira bu raporda okyanuslardaki sıcaklık artışının canlı varlıkların yaşam yerlerini tehdit ettiği de gözükmektedir.[17]
Sıcaklıklar üzerinden göç kavramının incelendiği bu rapora göre iklim değişikliği, insanlığın bütün aksi çabalarını geçmiş durumda. 2019'un tarih boyunca kaydedilmiş en sıcak üç yıldan biri olmasıyla beraber Dünya Meteoroloji Örgütü Genel Sekreteri Petteri Taalas, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonunda sıcaklığın 3 derece kadar artabileceğini belirtiyor. Bu sıcaklığın deniz canlılarının çok büyük çoğunluğunu öldürmesi ve yaşam sistemlerinin değişmesinin yanı sıra tarımsal koşulların ve elverişliliğin de etkilenmesi sebebiyle ekvatoral bölgede yetişen çoğu ürünün artık yok olacağı, bu coğrafyada ikamet eden kitlelerin ise daha uygun bölgelere göç edeceği öngörülmekte.
Mevcut sıcaklıkların 1850-1900 yılları arasında göre 1.1 derece daha fazla olması, bazı bitkilerin belli coğrafyalarda artık yetişmemesini ve dolaylı yollardan da olsa bu ürünlerden geçimini sağlayan kişilerin gelir sistemlerini değiştirmesine veya başka bölgelere hareket etmesine sebep olmuştur.
Konu alınan raporda iklim değişikliğinin en ciddi sebeplerinden biri olarak insan göze çarpmaktadır. İnsan, tamamen kendi eliyle ortaya çıkardığı bir sürecin sonuçlarından ötürü evini, düzenini, geleceğini, özetle hayatını tehlike altına düşürmektedir. Tüm bu sürece rağmen insan, gerçekleştirdiği eylemler yüzünden yalnızca kendini değil başka canlıları ve kendisinin doğrudan yaşamadığı başka ekosistemleri de tehlikeye atmakta ve bu bölgelerde kanıtlanamamış da olsa kuramsal olarak göçe sebep vermektedir. Buna verilebilecek en iyi örnek okyanuslardır. Raporda da belirtildiği üzere okyanuslar, geçtiğimiz yüzyıla kıyasla yüzde 25 gibi kritik bir oranla artık daha asitlidir. Yalnızca asit oranının artması dahi canlılığın tehdit altında kalması için yeterli iken Grönland'ta 12 aylık bir süreçte 329 milyar ton buzun erimesi ve dolayısı ile deniz suyunun ısısını değiştirmesi ise tehdidi daha farklı bir boyuta taşımıştır. Bu denli bir kütlenin denize karışması hem suyun seviyesini yükselterek Hollanda vb. bölgelerdeki kıyı nüfusunu tehdit altına alırken aynı zamanda denizdeki canlı varlığını da etkileyerek bu canlılardan gelir elde eden kişilerin de işlerinden yoksun kalmalarına neden olarak bu topluluğu başka işlere ve dolayısıyla başka coğrafyalara göç etmeye yönlendirecektir.
Rapora göre yalnızca bu yılın sonunda 22 milyon kişinin sıcaklığa bağlı sebepler yüzünden evlerini terkedeceği tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler, öngörülen bu rakamın 10 milyon kadarının çoktan göç etme girişimlerine başladığını belirtiyor.
Kaynakça
- ^ "DISCUSSION NOTE: MIGRATION AND THE ENVIRONMENT" (PDF). 2007. 13 Aralık 2008 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF).
- ^ "Environmentally Displaced People: Understanding the linkages between environmental change, livelihoods and forced migration" (PDF). 2008. 15 Eylül 2017 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "SUMMARY ANALYSIS OF THE PROCESS" (PDF). 8 Haziran 2016 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "The Collective Rights of Environmental Refugees" (PDF). 9 Temmuz 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "Mültecilerin hukuki durumuna dair sözleşme" (PDF). 12 Eylül 2014 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "UNHCR Resettlement Handbook" (PDF). 3 Ekim 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF).
- ^ "Treading Water: Climate Change, the Maldives, and De-territorialization". 9 Temmuz 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ a b c "Linking Environmental Change, Migration & Social Vulnerability" (PDF). 29 Eylül 2014 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "Understanding a slow disaster: Getting to grips with slow-onset disasters, and what they mean for migration and displacement"". 26 Haziran 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ "Enviromental Refugees" (PDF). 27 Aralık 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF).
- ^ "Enviromental Refugees" (PDF). 30 Ağustos 2008 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "Human tide" (PDF). 9 Haziran 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF).
- ^ "Migration in the 21st Century". 20 Ekim 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ a b c "Ekolojik Mültecilik" (PDF). 19 Haziran 2018 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
- ^ "Sowing the Seeds of Dissent: Economic Grievances and the Syrian Social Contract's Unraveling". 8 Kasım 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ "Alaskan Villagers May Become First 'Climate Change Refugees' As Town Swallowed By Rising Sea". 19 Ağustos 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ "United Nations". 3 Aralık 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi.