Type a search term to find related articles by LIMS subject matter experts gathered from the most trusted and dynamic collaboration tools in the laboratory informatics industry.
Hava savunma savaşı, saldırgan hava araçlarının etkinliğini azaltmak ya da tamamen yok etmek için alınan tedbirler bütünü olarak tanımlanabilir.[1] Bu tedbirler hem hava hem de kara silah sistemlerini, ilgili algılayıcı sistemleri, komuta ve kontrol düzenlemelerini ve pasif önlemleri içermektedir. Bulundukları yer neresi olursa olsun, Deniz, Kara ve Hava Kuvvetlerini korumak olarak algılanabileceği gibi, ana vatan'ın savunması için de birçok ülke tarafından kullanılmaktadır. NATO, hava araçları ile yapılan hava savunmayı, karşı hava savunma, deniz ya da yerden yapılanı ise hava savunma savaşı olarak isimlendirmiştir. Füze ile savunma hava savunmanın bir kolu olarak kabul edilmektedir.
Hava savunma veya Hava Savunma Savaşı terimi ilk kez büyük ihtimalle İngilizler tarafından Kraliyet Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesi altında kurulan Büyük Britanya Hava Savunması (ADGB) tarafından kullanılmıştır. Bununla beraber Birleşik Krallıkta “anti-hava aracı (anti-aircraft)” terimi de 1950'lere kadar genel olarak kullanılmakta ve AA olarak kısaltılmaktadır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazen hafif bazen de ağır ön ekini alarak LAA (Light Anti-Aircraft / Hafif Hava Savunma) veya HAA (Heavy Anti-Aircraft / Ağır Hava Savunma) olarak silah veya ünite sınıfını betimlemek üzere adlandırılmıştır.
NATO Hava Savunma savaşını “Deniz üzerindeki bir gücün, havadan hedefe ulaşan silahlar ile uçak, gemi, denizaltı veya karadan yapılan saldırının savunulması için alınan önlemler ” olarak tanımlamıştır. Bazı ordularda Tüm Kuvvetler ile Hava Savunma (AAA veya AAAD) (All-arms Air Defence) terimi, uzmanlığı olmayan askerler tarafından yapılan hava savunma yerine kullanılır. 20 yüzyılın sonlarında kullanılan diğer terimler; GBAD (Ground Based Air Defence, Yerden Hava Savunma), SHORAD (Short Range Air Defence, Kısa Menzilli Hava Savunma) ve tipik olarak omuzdan atılan füzeleri içeren MANPADS (Man Portable Air Defence Systems, İnsan Kullanımlı Hava Savunma Sistemleri) olarak gösterilebilir. Hava Savunma Füzeleri genellikle Yerden Havaya Füze'nin kısaltması olarak SAM (Surface to Air Missiles) ve Yerden Havaya Güdümlü Füze olarak SGAW (Surface to Air Guide Missile) olarak kısaltılmaktadır.
Amerikan İç Savaşı sırasında, balonların İttifak Ordusu tarafından kullanılması, Konfederasyon Ordusunu İttifak Ordusu ile savaşmak için yeni metotlar geliştirmeye yöneltmiştir. Bu metotlar; topların kullanımı, küçük silahlar ve sabotajcıları içerir. İç politika, bunların başarısız olmaları sebebiyle, İttifak Ordusu Balon Kuvvetlerini savaşın ortasında lağvetmiştir. Konfederasyon birlikleri de balonlarla denemeler yapmıştır.[2]
20. yüzyılın başlarında, balon ya da hava gemisi olarak adlandırılan (Zeplin) silahların kara ve deniz saldırılarında kullanılabiliyor olması ilgi çekmiştir. Ağır teçhizat, yangın bombası, mermi şeridi, çubuk mermiler ve şarapnel gibi farklı cephane çeşitleri önerilmiş ve izli ya da duman izi benzeri donanıma ihtiyaç duyulmuştur. Avrupa'da ise hava savunma silahlarına ait denemeler birçok ülkede yapılıyor olmasına karşın, yalnızca Krupp, Erhardt, Vickers Maxim ve Schneider 1910 yılında bilgileri yayınlamışlardır. Krupp'un tasarımları, 65 mm 9-librelik, 75 mm 12-librelik ve hatta 105 mm.lik top adaptasyonlarını içermektedir. Erhardt ayrıca bir 12-librelik tasarlamışken, Vickers Maxim 3-librelik ve Schneider 47 mm.lik tasarımlar önermişlerdir. Fransız Balon topu, 11 librelik, araca bağlı ve mürettebatsız ağırlığı 2 ton olacak şekilde 1920 yılında ortaya çıkmıştır. Zeplinlerin yavaş hareket etmesi, görülme ve imhasını kolaylaştırmasına rağmen, hızlı hareket eden uçakların çıkaracağı zorluklar da bu dönemde fark edilmeye başlanmıştır[3]
Yine de 1913 yılına gelindiğinde, yalnızca Fransa ve Almanya; sahrada balonlar ve hava araçları ile çarpışmaya yönelik silahlar geliştirmişler ve hava savunmanın askeri organizasyon sorunlarına eğilmişlerdir. Bununla beraber bu sırada Kraliyet Donanması seri atışlı 3-inçlik (QF 3- inch) ve seri atışlı 4-inçlik (QF 4-inch) Hava Savunma silahlarını ve ayrıca birçok şekilde monte edilebilen Vickers 1-librelik hızlı ateşli “pom-pom”’ları (Vickers 1-pounder QF "pom-pom") savaş alanına çıkarmıştır.[4]
I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, 75 mm.likler standart Alman Silahı haline gelmiş ve hareket için vagona alınabilen büyük bir kirişe monte edilmiş olarak üretilmiştir.
İngilizler bu problemi hemen fark ederek, asıl önceliklerinin İngiliz adalarının korunması olmasından dolayı, Londra çevresindeki kritik hedefleri korumak için kendi toplarını hızla yerleştirmiştir. 1914 Aralıkta, Kraliyet Donanması Gönüllü Rezervi (RNVR – Royal Naval Volunteer Reserve) farklı kaynaklardan sağlanan hava savunma silahlarını ve arama ışıklarını belli başlı 9 limanına yerleştirmeye başlamıştır.
Kraliyet Garnizon Topçu Birliğine (RGA – Royal Garrison Artillery), sahrada, motorize 2 namlulu silahlar kullanarak hava savunma yapma görevi verilmişti. Birlikler Kasım 1914'te kurulmuş ve ilk olarak Maxim Topunun 37 mm.lik versiyonu olan Vickers Hızlı Ateşli 1-librelik “pom – pom”ları kullanmışlardır.(QF 1-pounder “pom – pom”)[5]
Sonunda bütün ordular, hava savunma silahlarını daha ufak sahra topları üzerine kurmuş, özellikle Fransız 75mm ve Rus 76,2mm'sini namlu gökyüzüne doğrultulmuş toprak bir setin üzerine gelecek şekilde yerleştirmişlerdir. İngiliz Ordusu, 13-librelik topu uygun hava savunma kullanımına monte edilebilecek şekilde hızla adapte ederek, 13-librelik seri atışlı 306 kg.lık (6 cwt) ve 13-librelik seri atışlı MK 3'ü (13-pdr QF 6 cwt, 13-pr QF Mk 3) 1915'te kullanmaya başladı. Bu silahlar savaş boyunca kullanımda kaldı yalnızca 18-librelik, 13 libreliğin kovanını daha geniş bir mermide kullanacak şekilde düzenlendi (13 librelik seri atışlı 9 cwt) ve daha kullanışlı bulundu. Genel olarak hava savunmada yeterli tecrübeye sahip olmamalarından dolayı; hedefi, aradaki mesafeyi, yüksekliği ve hızı ölçme imkânsızlıkları ve mermi izlerinin hedef atışçılara göre mevkisinin ölçülmesindeki zorluklar, tapa tanzimini ayarlamayı olanaksız hale getirmiş ve atılan mermilerin birçoğu hedeflerin çok altından geçmişti. Bu durumla ilgili tek istisna gözetleme balonlarıydı, balonu tutan kablonun uzunluğundan yola çıkılarak balonun irtifası hatasız olarak hesaplanabiliyordu.
Bu dönemde hava savunma için önemli bir problem olarak cephane sağlanması görülmüş, cephanenin havada patlayan tipte olması gerektiği I. Dünya Savaşı'ndan önce fark edilmiş, cephane olarak ağır teçhizat ve genellikle şarapnel kullanılmıştır. Havada patlayan tapalar ya saat ayarlı ya da ateşli (Barut içeren) tipte olabiliyorken ateşli tapalar hava savunma için yeterince uygun değildi çünkü tapa yanması, uçuş süresine göre belirleniyordu ve barutun yanma hızı yükseklikle değişen oksijen miktarına göre değişmekteydi.
Bununla beraber, İngiliz “pom – pom” silahları yalnızca çarpma ile patlıyordu. Hidrojen dolu Zeplinler ateşli mermiler için hedef konumuna gelmiş ve İngilizler ateşli mermileri, şarapnel tipli, ateş çıkarıcı çanak içeren ön projeksiyonu olan, havada ateşlenen tapalar ile birleştirerek gece kullanımı için izli hale getirdiler. İzli mermilerin ortaya çıkması hedefleme için birçok problemin çözülmesi anlamına geliyordu.
1915 yılında İngiliz adalarına Alman saldırıları artmıştı ve İngilizlerin hava savunma çabaları etkisiz kalmaya başladı. Topçuluk uzmanlarından Amiral Sir Percy Scott, özellikle Londra'nın hava savunmasında geliştirme yapması için göreve getirildi ve Pom-pom'ların etkisiz kaldığını fark ederek Kraliyet Donanması Gönüllü Rezervi Hava Savunması biriminin 75 mm ve 3-inçlik toplar ile genişletilmesini sağladı. Ayrıca Donanmanın 3 inçlik topu, ordu tarafından da kullanıma alınmış, 3-inçlik seri atışlı 20 cwt 76 mm. (20 cwt= 1010 kg) topuna çevrilmiş ve yeni sahra monte sistemleri ile 1916 yılında kullanılmaya başlanmıştır.
Saldırılar genellikle gece düzenlendiği için “hedefi görmek” problem teşkil etmekteydi. Bu duruma çözüm olarak arama ışıkları, tespit ve konumlandırmada akustik metotlar kullanılmıştır. Aralık 1916'ya gelindiğinde çoğunluğu 3-inç toplar olmak üzere İngiltere'yi koruyan 183, Fransa'ya sevk edilmiş İngiliz kuvvetlerine ait Fransa'da 74, Orta Doğu'da olay yerlerinde olmak üzere 10 adet top bulunmaktaydı.[6]
Dönem teknolojisi ile, hedef ile 4 boyutta çarpışmaya girilmeyi gerektiren Hava Savunma Topçuluğu zor bir görevdi. Sistemin en önemli problemi: Değişik faktörler merminin tahmin edilen yörüngesini etkilerken, mermiyi hedefin gelecekteki pozisyonuna ulaşacak şekilde ateşlemekti. Buna Yan Sapma Döşemesi (Deflection Laying) adı verilmiştir, menzil ve yükseklik için değişken açılar belirlenip, hedef hareket ettikçe açılar güncellenerek, görüntü hedefe, namlu ise hedefin gelecekteki pozisyonuna ayarlanır. Mesafe ve yükseklik tapa uzunluğunu belirlemiştir. Uçakların performansı arttıkça zorluklar da artmıştır.
İngilizlerin, daha iyi bir tapa uzunluğu ayarı yapmanın mesafe için anahtar faktör olduğunun fark edilmesiyle beraber öncelikle mesafe ölçümü ile ilgilendiler. Bu çalışmalar İrtifa / Mesafe Bulucusu (Height / Range Finder – HRF) ile sonuçlanmıştır ve ilk HRF modeli; tripod üzerinde 2 metre yüksekliğe sahip optik çakışan mesafe hesaplayıcı özelliği taşıyan Barr & Stroud UB2'dir ve hedefin uzaklığını ve yükseklik açısını ölçüp irtifayı göstermektedir. Daha sonra HRF sistemine; HRF operatörü tarafından bildirilen yüksekliği kullanarak; irtifa açıları ve tapa uzunluk eğrileri ile üst üste bindirilmiş, yükseklik hatları işaretlenmiş Yükseklik / Tapa Bildirici (Height / Fuze Indicator HFI) eklenmiştir. HFI tapa uzunluğunun hesaplanabilmesini sağlamıştır.[7]
Savaş sahasında hava araçları, yer hedeflerine karşı kullanılmaya başlandığında, hava savunma silahları yaklaşan hedeflere doğru hızlı bir şekilde yer ve yön değiştirmekte problemle karşılaşıyor, az bir kısmı doğru bir yerde bulunabiliyor ve genellikle askerler tarafından popüler bulunmadığı için sık sık yer değiştirilmek durumunda kalıyordu. Bundan dolayı askerî birlikler, direkler üzerine yerleştirilmiş çeşitli makineli tüfek benzeri silahları da hava savunma için kullanmaya başladılar. Bu kısa menzilli silahlar daha etkin olmayı başardı, hatta Kızıl Baron'un (Red Baron - Manfred von Richthofen), Hava Savunma silahı Vickers Makineli Tüfeği tarafından öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Savaş bittiğinde hava araçlarının artan kapasiteleri, hedeflerin daha iyi saptanması ve nişan alınması gerekliliğini ortaya koymuştur. Bununla beraber, çatışmalardan belirli bir düzen ortaya çıkmış; yüksek irtifada uçan hedeflere ağır hava savunma silahları ile ateş açılırken, alçak irtifada uçan hava araçlarına ateş açan hafif silahlar da bunların etrafına yerleştirilmiştir.
Yani I. Dünya Savaşı başladığında, yer kaynaklı hava savunma sistemlerinin açık örnekleri görülmüş olmasına karşın karadan gelecek saldırılar uçak saldırılarından çok daha önemli sayılıyordu. Almanların I. Dünya Savaşı'ndan yaklaşık 10 yıl öncesinden birkaç hava savunma top tasarlamış olmasına karşın, savaş sırasında meseleye fazla önem verilmemişti. Nitekim Almanya savaşa 6 tanesi motorize, 12 tanesi atla çekilmek üzere 18 adet top ile başlamış, diğer Avrupa kuvvetleri meseleye daha da az itimat etmiştir ve kullandıkları hava savunma silahlarının birçoğu daha yükseğe yerleştirilip ve daha geniş bir yay atışı yapabilmek üzere modifiye edilmiş standart toplar idi.
Hava Savunma Silahı kullanıcısının görevi, normal topçunun görevinden daha fazla çaba ve eğitim gerektiren bir görev olmuştur. İki boyutta yerleşmiş bir hedefi vurmak durumunda olan sahra topçularının görevine göre hava savunma topçularının üç boyuttaki hedefi vurması gerekliliği her zaman daha zor olmuştur. Yalnızca mesafe ve yan sapma değil aynı zamanda yüksekliğin de hesaplanması gerekmiştir. Buna da ek olarak havadaki hedef; hız, yükseklik ve yönü de değişerek muhtemelen her üç boyutta da hareket halindedir ve son olarak da atılan mermi, namluyu terk edip hedefe doğru yol alırken dönem teknolojisi ile hiçbir şekilde kumanda edilemez.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, iki taraf da düşmanlarının şehirlerini bombaladılar. Almanların Londra ve Paris'e saldırıları yüksek miktarda ittifak kaynağını kullanılamaz hale getirmiştir ve Alman havacılarının kullandığı kaynakların yaklaşık 8 katı kadarının İngilizler için kullanılamaz hale gelmesine sebep olmuştur. Bununla beraber İngiliz savunması gittikçe daha efektif hale gelmiştir. Almanların 43 uçak kaldırarak Londra'ya yaptığı en son baskında (19 Mayıs 1918), İngilizler 84 sorti savaşçı uçağı kaldırmış ve 126 silah kullanarak 30.000 mermi atmışlardır. Savunmacılar 3 uçak düşürdüklerini iddia etmişler ve yalnızca 13 uçak şehir merkezine ulaşarak Londra'yı bombalamayı başarabilmiştir. Savaş boyunca, toplamda 201 sortiden 21 hava gemisi ve 424 sortiden 27 uçak düşürülmüş ve bunların içinden yer atışı ile vurulanlar 3 zeplin ve 11 ila 13 uçak olmuştur. 1918 Kasımında, İngiltere'nin savunması için İngilizler, 480 hava savunma topu ve 376 uçak kullanmışlardır.[8]
I. Dünya Savaşı sırasındaki hava harekâtlarının çoğunluğu stratejik saldırıdan ziyade kara birliklerine destek olarak yapılmıştır. Batı tarafında ise, Fransızlar 500, İtalyanlar 129, İngiliz Seferi Kuvvetleri 341 ve Birleşik Devletler Topçuları ise 58 Alman uçağını etkisiz hale getirmiş, Alman hava savunma topçuları ise 1558 ittifak uçağı'nı düşürmeyi başarmışlardır. Uçaklar performanslarında daha makul gelişmeler gözlenirken, ihtiyaç dolayısı ile doğaçlama yapılan hava savunma topları yerini hızla ve özel olarak geliştirilmiş toplara bırakmıştır. Hava savunmacılar tarafından kullanılan teknolojiler içerisinde ses ile konumlandırma sistemleri, arama ışıkları, optik mesafe bulucular ve mekanik zamanlı tapalar bulunmaktaydı[9] Bütün bunların sonucu olarak, Almanlar bir uçağı vurmak için 1915'te ortalama 11.600 mermi atarken, 1918'de 5000 mermiye; Fransızlar 1916'da 11.000 mermi atarken 1918'de 7000 mermiye, Ruslar 1916'de 11.000 mermi atarken 1917'de 3000 mermiye, İngilizler ise 1917'de 8.000 mermiden 1918'de 4550 mermiye kadar düşmüştür. Amerika Hava Savunma Topçuluğu (AAA), 3 ay içinde ortalama 605 mermi atarak 17 Alman uçağını düşürmeyi başarmıştır.[10]
I. Dünya Savaşı'nda, hava araçlarının savaş sahasının önemli bir parçası olma özelliği göstermiş olmaları bazı ülkelerde hem bir fırsat hem de tehdit içeren bir durum olarak algılanıyordu. Londra'nın 4 yıl boyunca Zeplin ve Gotha bombardıman uçakları tarafından bombalanma deneyimi İngilizleri oldukça etkilemiş ve bağımsız hava kuvvetlerinin kurulmasında en önemli etkenlerden biri olmuştur. Hava araçlarının kapasite, motor, menzil ve silah yükleri geliştikçe gelecekteki savaşlarda çok daha kritik rollere sahip olacakları açıkça ortaya çıkmıştı. Bununla beraber I. Dünya Savaşı'nın akabindeki yıllarda bir başka büyük savaş çıkma ihtimali, özellikle Avrupa'da çoğu askeri olarak yeterli ülkelerin paraya sıkışık olması sebebiyle, oldukça uzak görülüyordu. Hava savunma; 4 yıllık savaş'ın ortaya çıkardığı, teknik gelişmelere ihtiyaç duyan, yeni bir askeri branş olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen yeniydi ve savaş sonrası kısıtlı savunma bütçesinin varlığında hem yeterince destek görmemiş hem de askerlerin terhis edilmesiyle dönemin en modern bir bölümü dışında çoğunluğu servisten kaldırılmıştı.
Bununla beraber Hava Savunma ve önemi detaylıca incelenmiş özellikle İngilizler hava savunma silahlarını gündüz muharebesinde harekât alanlarının birçoğunda bulundururken, kendi topraklarında da gece saldırılarına karşı kullanmaya başlamışlardı. Buna ek olarak İngilizler tarafından savaş sırasında kurulan Hava Savunma deneysel bölümü, ileri düzeyde analize tabi tutulan yoğun bilgi toplamış ve sonuçta 1924 –1925 yıllarında 2 ciltlik Hava Savunma Topçuluğu Talimnamesi yayınlanmıştır. Bu yayında (Heavy Anti Aircraft) Ağır Hava Savunma teçhizatının sahip olması gereken özellikler ile ilgili 5 temel öneri bulunmaktadır.
HAA atışlarında, yönlendirme tekniklerine İngilizlerin iki yaklaşımı bulunuyordu. Birinci metot, hedefi görsel olarak takip edip, yüksekliği bilinen hedeflere nişan alarak atış yapmak. İkinci metot ise hedefin sabit hız, rota ve yüksekliğe sahip olacağını öngörerek atış yapmayı içeriyordu. HAA 2400 fit (731,5 metre) yüksekliğe kadar atış yapabiliyor ve yanıcıdan ziyade mekanik tapalara ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü tapada barutun yanma hızı yüksekliğe göre değişiyor ve böylece tapa uzunluğunu, uçuş zamanın basit bir fonksiyonu olmaktan çıkarıyordu. Otomatik ateşte, sabit atış hızı korunduğunda her merminin nasıl nişanlanması gerektiğini tahmin etmeyi kolaylaştırıyordu.[11]
1925 yılında İngilizler, Vickers tarafından üretilen, mekanik ve analog bilgisayar destekli hava savunma tahmincisi Nu:1'i (Mechanical Analogue Computer Predictor AA NO: 1) kullanmaya başladı. Bu cihaz, hedef irtifası bilindiğinde, operatör tarafından hedefi takip edebilme, yön, yükseliş açısı ve tapa tanzimini tahmin etme özelliğine sahipti. Birçok hava savunma subayının da yetiştiği kısım olan, İngiliz Sahil Savunma Topçuluğu, 1880'lerde ortaya çıkan “Yinelemeli elektrik kadranı” kullanmış ve benzeri sistemler diğer ülkeler tarafından da benimsenmiştir. Örneğin, Birleşik Amerika'da M3A3 olarak tasarlanan top, İngiltere'de Predictor AA No:2 olarak kullanılıyordu. Ayrıca irtifa hesaplayıcılar da daha büyük hale geliyordu. İngiltere'de, I. Dünya Savaşı'nda kullanılan Barr & Stroud UB 2 (7 fit) optik tabanlı, yerini UB 7 (9 fit) optik ve UB 10 (18 fit) optik tabanlıya, yalnızca statik hava savunma alanında kullanılmak üzere bırakmıştır. Almanya'da Goertz ve Fransa'da Levallois de 5 metre boyutunda cihazlar üretiyor olmasına karşın, birçok ülkede 1930'lara kadar asıl çaba, hâlihazırda bulunan ağır teçhizatlı topları geliştirmek olmuştur.[12]
I. Dünya Savaşı'nın ardındanVersay Antlaşması ile Almanların hava savunma silahlarına sahip olması engellenmiş, örneğin Krupp tasarımcıları İsveç'te Bofors'a katılmışlardır. Ancak Almanlar yine de bazı I. Dünya Savaşı silahlarını muhafaza etmiş ve hava savunma eğitimine 1920'lerin sonunda gizlice başlamıştır. 1933 yılında Almanya 8,8 cm.lik Flak 18‘i üretmiş ve ardından farklı gelişmelere sahip ancak balistik performansı aynı olan 36 ve 37 modellerini geliştirmişlerdir. 1930'ların sonunda taşınabilen 220v 24 kW jeneratöre sahip 10,5 cm.lik Flak 38 ve hemen ardından Flak 39 tasarlanmıştır. 1938'de ise 12,8 cm Flak tasarlanmaya başlanmıştır.[13]
SSCB 1930'ların başında 76 mm.lik M1931 ve sonunda 85 mm.lik M1938'i üretmiştir.[14]
1918 yılında İngiltere 3,6 inçlik Ağır Teçhizatlı Hava Savunma topunu başarıyla kullanmış, 1928'de ise 3,7 inçlik top, tercih edilen çözüm olarak belirlenmiş olmasına karşın, fon bulunması 6 yıl almıştır. Sahra ordusu yanında vagonlar ile taşınabilen, QF 3,7 inç (94 mm) üretimine 1937 yılında başlanmıştır. Bu sırada Kraliyet Donanması, hareketsiz mevzilere yerleştirmek için yeni 4,5 inçlik (114 mm) ikiz taret'i, genellikle cephane depolarının olduğu limanların olduğu yerlere konuşlandırmıştı. Ancak hem 3,7 hem de 4,5 inç'lik bu topların performansları, 43 saniye yanma süresine sahip mekanik tapalar hazır olana kadar, standart 199 numaralı 30 saniyelik tapalar ile sınırlanmıştır. 1939'da ise mekanik tapa tanzim edicisi tanıtılmış ve elle tapa tanzimi ortadan kalkmıştır.[15]
A.B.D, I. Dünya Savaşı'nı 3 inçlik hava savunma topları ile tamamlamış ve geliştirmeler savaş arası dönem boyunca yapılmıştır. 1924 yılında yeni 105 mm.lik sabit mevzili hava savunma topu üzerinde çalışılmaya başlanmış ancak 1930'ların ortalarında yalnızca birkaç adet üretilebilmiştir. Çünkü bu zaman içinde vagonla taşınabilen sabit mevzili, hava, deniz ve karaya atılabilen 90 mm.lik top öne çıkmış ve üretilmiştir. 1940 yılında M1 sürümü onaylanmış, 1920'lerde başlayan 4,7 inçlik top çalışmaları, 1944 yılında yeni bir silah olarak ortaya çıkmıştır.[16]
Hava savunmanın odak noktası, ağır hava savunma silahları ile hedef kilitleme ve atış kontrolü olmasına karşın, yakın mesafedeki hedefler 1930'ların ortalarında hala problem olmayı sürdürüyordu. Bu zamana kadar İngilizler, Kraliyet Hava Kuvvetlerinin baskısı ile Birinci Dünya Savaşı makineli silahlarını kullanmaya devam etmişler ve AAAD için ikiz makineli tüfeklere geçilmişti. Daha sonraki yıl Bofors 40mm topunu kullanma kararı aldılar. Bofors topları çok daha hafif ve karada kullanım için çok daha üstündü. 2-pr.likler daha yüksek irtifaya ateş edebiliyor olmasına karşın, çok büyük ve ağır olmaları sebebi ile Birleşik Krallık'ın 40mm üretimi başlamış oldu.
40 mm.lik Bofors topları 1931 yılında kullanıma hazır hale geldi. 1920'lerin sonunda İsveç ordusu, Bofors şirketine donanma için 40 mm.lik hava savunma silahını üretme emrini vermişti. Hafif, seri atışlı ve güvenli 4 tekerlekli taşıma sistemi de kısa bir süre sonra geliştirilmişti. Basit olarak 40 mm.lik olarak biliniyordu ve 2. Dünya Savaşından sonra 17 farklı ülkede kullanılmaya başlandı. Günümüzde sahil güvenlik gemileri üzerinde hâlen bulunmaktadır.
Bununla beraber Almanya'da Rheinmetall şirketi, 1920'lerde otomatik 20 mm.yi üretmiş ve İsviçre'de Oerlikon firması, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'da tasarlanan 20 mm silahlarının patentini almıştır. Almanya, Seri Atışlı 2 cm Flak 30 silahını piyasaya sürdükten sonra 1920'lerin sonlarında Mauser–Werke tarafından yeniden tasarımlanmış ve 2 cm Flak 38[17] halini almıştır. 20 mm.lik makineli tüfekten biraz daha etkili ve küçük bir taşıyıcının üzerinde kolayca hareket ettirilebiliyor olmasına karşın, yeterince verimli bulunmadığı için Almanya'da 2 cm.lik Flak 30[18]'un genişletilmiş hali olan 3,7 cm.lik top, Rheinmetall tarafından 1930'ların başında geliştirilmiştir. 1935 yılında piyasaya sürülmüş ancak üretimi bir yıl sürdükten sonra durmuş, yerine yine iki tekerlekli taşımaya sahip 3,7 cm.lik Flak 36 1938 yılında gelmiştir. Yine de 1930'ların ortalarında Luftwaffe, 3,7 cm ile 8,8 cm.lik toplar arasında büyük bir boşluk bulunduğunu 1930'larda fark etmiş ve 4 tekerlekle taşınan 5 ml'lik top'u geliştirmeye başlamıştır.
I. Dünya Savaşı sonrasında Birleşik Devletler Ordusu, JM Browning'in ana tasarımcısı olduğu 37 mm.lik Otomatik Hava Savunma topunu geliştirip, 1927 yılında standart hale getirdi. Ancak alçak irtifada etkisiz olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Bununla beraber, mermisi 2 libre ile kısmen hafif, dakikada 120 atış kapasitesi olan ve yüksek irtifaya atış yapabilen hava savunma topu, 1939 yılında kullanılmaya başlandı. 40 mm.lik Bofors da Birleşik Devletler Donanmasının ilgilisini çekmesine karşın 1939 yılına kadar hiç satın alınmamıştı. Ayrıca 1931 yılında A.B.D ordusu 4 adet su soğutmalı 30 cal (7,62 mm) makineli tüfeğe sahip, bir kamyonun arkasına monte edilmiş hava savunma silahı üzerinde çalışmış ancak başarısız olunca vazgeçmişlerdir.[19]
Sovyetler Birliği de 37 mm'lik top kullananlara katılmış ve 37 mm M1939 adını verdikleri topları Bofors 40 mm'den, 25 mm M1939 topunda ise Bofors 25 mm‘den fazlasıyla esinlenmiştir.[kaynak belirtilmeli]
1930'larda katı roket yakıtları Sovyetler Birliği ve İngiltere'de üretilmeye çalışılıyordu. İngiltere'de hava savunma atışına ilgi büyüktü ve kesin vuruş için güdüme ihtiyaç olduğu belirlenmişti. Ağır teçhizat ya da tel engel içeren hedefler karşı kullanılan savaş başlığına sahip 2 inçlik roketler, havaalanı gibi daha küçük hedeflere karşı alçaktan uçan ya da pike bombalaması yapan uçaklara karşı kullanıldı. 3 inçlik roket çalışması 2. Dünya Savaşı başlayana kadar devam etti.
Almanya’nın yüksek irtifaa atış ihtiyacı Krupp ile İsveçli meslektaşı Bofors tarafından tasarlanmış olan 75mm’lik top ile karşılanacaktı. Ancak şartname çok daha yüksek bir performans beklentisinde olduğu için Krupp mühendisleri yeni 88 mm.lik bir tasarım olan FlaK 36’yı tanıttılar. Seksen sekizlik olarak adlandırılan bu silah, tarihteki en meşhur toplardan biri haline gelecekti. İlk kez İspanya tarafından İspanya İç Savaşında kullanılan top, Dünya’nın en iyi hava savunma silahlarından biri olarak görülmüş ve hafif ve orta ağırlıktaki tanklara karşı da son derece etkili olmuştur.
1943’teki Dambusters baskınından sonra, alçaktan uçan hava araçlarını tek bir atış ile düşürebilecek yeni bir sistem geliştirildi. Bu sistemin oluşması için ilk denemede 50 mm.lik top kullanıldı ancak başarısız olunca yerini hem arama hem de hedef radarlı merkezi kontrol sistemine sahip 55 mm.lik top aldı. Rüzgâr ve balistik hesapları yapılıp, otomatik hidrolikler ile hızlı bir şekilde hedefe kilitlenebilen bu silahlar, günümüz şartlarında bile modern sayılabilir. Operatörün, yalnızca topu doldurup hedefleri seçtiği 55 mm.lik, savaş bittiğinde hâlen geliştirme aşamasındaydı.
40 mm.lik Bofors topunun lisansının hızla alınma sebepleri, her boydaki hava aracını düşürebilmesi ve aynı zamanda kolayca taşınıp hızla dönebilecek kadar hafif olmasıdır. Savaşta bu top o kadar önemli hale gelmiştir ki İngilizler “The Gun” adında, silahı anlatan bir film çekmişlerdir. Montaj hattındaki işçilere izleterek, onların motive olup daha hızlı çalışmasını sağlamaya çalışmışlardır. İngilizlerin tasarladığı topun ölçü ve çizimleri Amerika ile paylaşılmış ve Amerikalılar, savaşın başında lisanssız olarak, 1941'den itibaren de kendi lisansları ile 40 mm.lik topları üretmeye başlamışlardır.
Ancak savaşın içindeki denemelerde yeni problemler ortaya çıkmaya başlamış, yeni yüksek hızla uçabilen hedeflerin takibi ve menzil hesaplaması neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bofors'un çalıştığı hız ve menzil yeterli olmamaya başladığında, çözüm otomasyon olmuştur. Mekanik bir bilgisayar gibi çalışan Kerrison Predictor'un operatörleri, silahı hedef üzerinde tutuyor ve Predictor, uygun nişan noktasını otomatik olarak hesaplayarak, silah ekranı üzerinde gösterge olarak işaretliyordu. Silahı kullanan operatör yalnızca mermiyi yüklüyor ve göstergeyi takip ederek hedefi vurabiliyordu. Kerrison Predictor basit bir mantıkla çalışmasına karşın, en başta hedefleme, daha sonra takip özellikleri kazanan radarın gelecekteki nesilleri için bir temel niteliğindeydi. Hedefin hareketlerini tahmin edici benzer sistemler, savaş sırasında Almanya tarafından da kullanılmış ve savaşın ilerleyen safhalarında radar menzilli sistemler de üretilmiştir.
A.B.D ordusunun hava savunma silahları, fazla ilgi çekmemiş olsalar da, aslında son derece yeterli idi. Daha ufak taktiksel ihtiyaçlar için “QUAD–50” ya da “QUAD–4 Half Track” olarak isimlendirilen birbirine bağlanmış 4 adet M2 50 kalibrelik silahının bir yarı tırtıllı üzerine monte edilmesiyle oluşan silahlar kullanılıyordu. Almanların 20 mm.lik toplarından daha az atış gücüne sahip olmalarına karşın, birbirlerinden kilometrelerce uzakta mevzilenmiş 4-5 tabur, hızla birleşip ayrılarak daha güçlü bir savaş gücüne dönüşebiliyor ve düşman uçaklarına karşı çok daha büyük bir kuvvet haline gelebiliyordu. Askerin kullandığı bu hava savunma silahı kara hedeflerini etkisiz hale getirmede de kullanılabiliyordu. Bu silah sayıca az olmasına karşın, Bulge muharebesinde Ardennes ormanlarından Antwerppe'ye doğru ilerleyen Alman kuvvetleri üzerinde etkili olarak kullanılmıştır. General Patton tarafından kumanda edilen 3. Ordu'nun, Bastogne'ye ilerlemesi sırasında, yaklaşık bir düzine “QUAD-50” birliği, diğer görevlerinin yanında, sık orman içerisindeki düşman birlikleri arasında gedik açma görevini almışlardır. 90 mm.lik M3 topu da, tıpkı rakibi seksen sekizlik “Flak 36” gibi etkili bir tanksavar olarak kullanılabiliyordu ve savaşın sonlarında, bu rol için sıkça kullanılmıştır. Amerikalılara ait en kuvvetli hava savunma silahı olan ve çok yüksek irtifaya atış yapabilen 120 mm.lik M1 (Statosfer Topu) ve 99 mm.lik top 1950'lerin ortalarına kadar kullanılmaya devam etmiştir.
Amerikan Donanma Kuvvetleri de konu üzerinde çalışmış ve 1,1 inç/75 28mm'lik topunu, kendileri için yetersiz olan 50 kalibrelik ile değiştirmişlerdir. Ancak silahın ilk çalışma aşamasında ortaya çıkan problemler ve bunların tam olarak çözülmesinin mümkün olmaması, Donanma'nın Bofors 40 mm.lik toplara geri dönmesine sebep olmuştur. Diğer bir tercih olan 5 inç/38 kalibrelik toplar, VT tapasının da geliştirilmesi ile harika bir hava savunma silahı olarak kullanılmıştır.
Savaş sırasında Almanlar, bazıları 6 kata kadar güçlendirilmiş “Hochbunker (yüksek korugan) ya da Flaktrum (Flak Kulesi) olarak da isimlendirilen beton blok evler inşa ederek, hava savunma silahlarını bunlara yerleştirmişlerdi. Berlin Muharebesinde (1945), Sovyetler, Berlin’e girdikten sonra en son yıkılan binalardan olan bu yapılar, savaş sırasında kale/karargâh olarak da görev yapmıştır. İngilizler, Thames Koy’u ve diğer gel-git bölgelerine, hava savunma silahlarını yerleştirdikleri binalar inşa etmiştir. Bu binaların çoğu, savaş sonrası kullanım dışı kalıp çürümeye bırakılmışken, uluslararası sularda kalan bazıları 1960’larda kaçak radyo istasyonları olarak kullanılmıştır.
Diğer başkentlerle karşılaştırıldığında, kolay bulunabilmesi ve sınıra en yakın olması ile Londra, hava savunmada en önemli probleme bütün Avrupa kuvvetleri içinde, İngilizlerin sahip olmasına sebep oluyordu. Winston Churchill’in renkli ve korkutucu kelimeleri ile İngiltere başkenti: “Avcı canavarları cezbeden, bağlanmış büyük şişman bir inek” gibiydi.[20]
1937'ye kadar Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF / Royal Air Force), geliştirilmesine verdikleri önemi bombardıman uçaklarından, avcı uçaklarına kaydırmamışlardı. Bu dönemde, İngiliz radarı, ülke çapında komuta ve kontrol sistemine entegre edilmiş ve hava savunma problemlerine yeni bir çözüm olarak görünmeye başlamıştı. Buna karşın, İngiliz hava savunması 1930'ların sonlarında hâlen üst düzeyde değildi. 1 Ocak 1938'de, İngilizlerin 50 mm.den büyük yalnızca 180 adet hava savunma topu bulunmaktaydı. Bu sayı Eylül 1938'de 341 (Münih), Eylül 1939'da 540'a (Savaşın İlanı) ve İngiltere Muharebesi sırasında 1140'a yükseltilmişti. İngiltere Muharebesi sırasında, hava savunma topçuluğu Kraliyet Hava Kuvvetlerinin yanında arka planda kalmıştır. Nitekim topçular 1733 Alman uçağından yalnızca 357'sini düşürdüklerini iddia etmiştir (daha yeni bir kaynak topçular tarafından düşürülen uçak sayısının 300'den az olduğunu göstermektedir). Ancak isabetli bir etkinlik ölçütünün yalnızca iddialardan daha öteye gitmesi gerekir. İngilizler, Eylül 1940'ın sonlarında, saldırı için gelen Alman bombardıman uçaklarının %48'inin savunulan alanlardan geri döndüğünü tahmin etmiştir. Bu tahmin gerçeğin üstünde kabul edilse dahi, Flak'lar, bombardıman uçaklarının yüksek irtifadan saldırı düzenlemesine, mürettebatın moralinin bozulmasına ve bu sebeple bomba isabet oranlarının düşmesine tartışmasız sebep olmuştur.
İngiliz Hava Savunma Topçuluğu birçok sorunla karşı karşıya gelmiştir. Tek başına tartışılan devamlı bir hava savunma zorluğu “dost ateşi” konusudur. Aslında, savaşın ilan edilmesinden sonra İngiliz Hava Savunma tarafından ilk saf dışı edilen hedef, maalesef, doğru tanıma sinyalini vermiş olmasına karşın bir dost uçağıdır. İngiliz Topçuları ilk Alman uçağını bir ay sonra 19 Ekim 1939'da düşürmüşlerdir. Eski 3 inçlik topların 1943'e kadar muhafaza edilmesi de İngiliz hava savunma topçularını engelleyen bir diğer faktördür ve görsel olarak nişan almaya yönelik olmaları en önemli faktör olabilir. Ekim 1940'a gelmeden İngilizler, silahı hedefe tevcih eden radarın geliştirilmesini sağlamıştı. Radar büyük bir fark yaratmıştı – saf dışı bırakılan uçak başına gece atılmış mermi sayısı tahminleri, Alman gece bombardımanının başladığı Eylül'de 30.000'den, Ekimde 11.000'e ve Ocak 1941'de 4.087'ye kadar inmişti.
Savaş boyunca İngiliz hava savunmasını yavaşlatan etmenlerden biri personel sorunudur. İngilizler standart hava savunma birimlerini okyanus ötesine göndermişler ve yurt savunmasında, Amerikan Millî Güvenliğe benzer görev yapan İngiltere Ana Vatan Ordusuna güvenmek durumunda kalmışlardı. Savaşın başlangıcında, Ana Vatan Ordusu kaliteli bir askerî güçken savaş devam ettikçe, tecrübeli askerler diğer görevlere yerleştirildiler ve genel kalitenin azaldığı görüldü. Hava Savunma personeli bulmak zorlaşınca İngilizler yenilikçi adımlar atmaya zorladı. Bunlardan biri de –ilk kez kullanıma 1941'de giren karışık batarya olarak adlandırdıkları birliklerde kadınlara görev verme fikriydi. Bu birimler Kasım 1944'te ilk birlik Avrupa'ya gönderilene kadar yalnızca Büyük Britanya sınırları içinde görevlendirilebiliyordu ve bütün ağır yükleme ve ateş dışında bütün pozisyonları doldurmuşlardı.
İnsan gücü eksiği probleminin çözümüne yönelik diğer bir yaklaşım ise, Millî Savunmaya başvurmaktı. Buradan alınan askerler genellikle yeterince istekliydi ancak ya yaşlanmıştı ya da fiziksel olarak engelli idi. Buna ek olarak, 28 günde bir yalnızca 48 saat hizmete alınabiliyorlardı. Millî Güvenliğe bağlı olan kuvvetlerin en güçlü olduğu zamanda top sayısı Ocak 1944'te 145.000'e ulamıştır. Ekim 1941'de başlamak üzere Millî Güvenlik tarafından görevlendirilmiş olan bir diğer silah da güdümsüz füze idi. Görsel olarak ne kadar etkileyici olsalar da askeri olarak çok da etkin değillerdi.[21]
1943'e gelindiğinde İngilizler toz yerine mekanik tapalar kullanmaya başlamıştı. Alevsiz sevk barutu da, otomatik tapa tanzim aletlerinin isabet ve atış sayısı oranlarını yaklaşık olarak 2 katına çıkarmasında olduğu gibi, silahların etkinliğini çok artırmıştır. O döneme gelindiğinde elektrikli komuta aletleri de kullanılıyordu.[22]
İngiltere'ye yapılan Luftwaffe bombardıman saldırılarının arkası, Sovyet kampanyasının Almanların ilgisini ele geçirmeye başladığı 1941'de kesilmiştir. Almanlar, 27 Mart 1942'de, İngilizlere karşı yeni bir hava savaşı dönemini başlatmışlar ve az sayıda alçaktan uçan avcı uçağı ile güney kıyı kasabalarına saldırmaya başlamışlardır. Alçaktan uçan uçakları tespit edecek erken uyarı cihazlarının az bulunması, geniş alana yayılmış hedefler ve yetersiz sayıda hafif hava savunma topunun bulunması savunmacılar için dikkate değer problemlerdi. İngilizler ilk iki faktör için hiçbir şey yapamadılar ancak Mayıs 1942'de 41 olan 40 mm topu sayısını, Eylülün sonuna kadar 267'ye kadar çıkarmışlardı. Nisan 1943'e gelindiğinde İngilizler, 917 adet 40 mm, 424 adet 20 mm topu ve 506 adet 2-librelik topu güney kıyılarına yerleştirmişti. Topçuların artan dikkati ve topların sayısının artırılması etkileyici sonuçlar doğurmuştur. Topçular, 23 Mayıs'ta; 42 sortide dört uçak, 25 Mayısta; 24 sortide dört uçak ve 30 Mayısta 35 sortide 10 uçağı düşürmeyi başarmıştır. Savaşın –kıyı hedeflerine vur-kaç saldırılarının düzenlendiği– bu evresinde İngilizler, %4,5'lik bir yıpratma oranı ile 1.250 sortide 56 uçağın yok edildiğini rapor etmişlerdir[23]
İngiliz anavatan hava savunmanın en son büyük rakibi; Alman V silahları: V-1, kanatlı ve pilotsuz bomba ve V-2, balistik füzesi idi. Buzz bombası olarak da isimlendirilmiş, uçan bomba (V-1), 257 kilometre mesafeyi, 640 km/sa hızla, 2 tonluk savaş başlığı taşıyarak aşabiliyordu. İngiltere ve ittifak hava savunması çoğu zaman V-1 hedefleri, (fırlatma rampaları, üretim fabrikaları ve lojistik depolar), avcı uçağı devriyeleri, balon barajları ve Hava Savunma Toplarına bombardıman saldırıları düzenlemeyi içeriyordu. Başlangıçta İngiliz hava savunmacılar, insansız bombaların (V-1) 640 km/h hızla, 7500 fitte uçacağını düşündü, ancak sonra tahminlerini; 560 km/h hızla 7000 fitte ve son olarak da 530 km/h hızla 6000 fitte olarak değiştirdiler. İngilizler yurt savunması için detaylı bir planı 1944 Ocağında tamamlamışlardı.
Müttefiklerin Avrupa'yı 6 Haziran 1944'te işgal etmesinden sonra, Adolf Hitler askerleri üzerinde bir teselli olması için V-1 kampanyası için bastırdı. Almanlar bombalamaya yalnızca iki küçük salto ile 12 Haziranda başlamış olmalarına karşın, 18 Haziranda 500ncü, 21 Haziranda 1000nci, 29 Haziranda 2000nci ve 22 Temmuzda 5000'inci V-1 bombalarını kullanmışlardı. Bu V-1 saldırıları, Eylülde Almanlar, ittifak kara ilerlemesiyle Fransız üslerinden geri çekilene kadar devam etmiştir.[25] Günün şartlarında V-1'ler İngiliz kıyılarını, ortalama 550 km/saat iken benzin azaldıkça 640 km/saate kadar çıkabilen hızları ile geçiyorlar ve hızlı sayılıyorlardı. Buna göre avcı uçak pilotlarının, hedeflerine ulaşmadan bombaları tespit edip düşürmek için yalnızca 6 dakikaları bulunuyordu. V-1'lerin bir FW 190'ın yarısı kadar olan küçük boyları ile görülmeleri çok zordu. 2,100 ve 2,500 fit arasındaki uçuş irtifaları ise durumu daha da zorlaştırıyordu. V-1 yalnızca görülmesi ve çarpışmaya girilmesi açısından değil, düşürülmesi açısından da zor bir silahtı. Bir kaynağa göre füzenin saf dışı bırakılması, alçaktan aynı seviyede uçmasına karşın, insanlı bir uçağın düşürülmesinden daha zor olduğu iddia edilmiştir.[26]
İttifak kuvvetleri avcı birimlerini düzenli olarak 15 gündüz ve 8 gece avcı taburuna kadar artırdılar (ikisi yarı zamanlı). Çarpışma kuralları, iyi havalarda tüm kontrolü avcı uçaklarına ve kötü havalarda Hava Savunma Toplarını kullanan askerlere tam bir özgürlük veriyordu. Havanın orta halli seyrettiği durumlarda, hava savunma topçuları 8000 fite kadar özgürce ateş edebiliyordu ve 10 Temmuzda İngilizler V-1'leri kovalayan uçakların atış menziline girmelerine izin veren emri çıkarttılar. Neticede, avcı pilotları aktif hava savunma top alanlarına kendi inisiyatiflerini kullanarak girebilmekteydi.[27]
Ofansif bombalama ve avcı uçağı devriyelerinden sonra İngilizlerin 3. savunma hattını hava savunma topları oluşturuyordu. Harekât başladığında, savunmacılar 192 ağır topu, 200 hafif top ve 362 roket atarın desteği ile beraber hızla mevzilerine yerleştirdiler. Haziran 1944'ün sonlarına doğru ise top sayılarını 376 ağır, 594 hafif top ve 362 roket atara kadar çıkarmışlardır.[28] Sayılar artırılmış olmasına karşın, İngiliz savunmasının yeterli etkinliği sağlayamıyor olması ile V-1'ler yine de bu savunmayı aşıyordu. V-1‘lerin çalışma irtifaları, hafif toplar için çok yüksek, ağır toplar için ise alçak olan 2000 ila 3000 fit arasında olması İngiliz hava savunması için büyük zorluk oluşturuyordu. Ağır hareketli toplar, hızlı ve net bir şekilde hedef alamadığı için tatmin edici olmamıştır. Diğer bir problem de İngiliz silah hattının Londra'ya yakınlığıdır, İngilizler birçok V-1‘i vurarak görevlerini yerine getirmiş olmasına karşın, Londra'ya düşmelerine engel olamamışlardır.[29] Neticede topçular ve avcı uçakları arasında dikkate alınması gereken bir karışma söz konusu idi, füzeleri takip eden pilotlar bazen atış menziline giriyor ve füzeye ateş eden topçuların ateşinde bozulma yaratıyordu. Savunmacılar bu duruma hızlı, efektif ve esnek bir uyum sağlamak durumunda kaldılar ve bu uyum onların daha büyük boyutta bir sorumluluğu taşıyabilmeleri ile sağlanabilmişti.[30]
Savunmacılar problemlerin bir kısmını çözmeyi hemen başarmışlardı, 18 Haziran 1944'te, İngilizler Londra'daki silahların ateşi kesmesini emrettiler ve Haziran'ın sonuna gelindiğinde, radarlarını daha yüksek bir noktaya tekrar kurdular. Savunmacılar, hareketli silahlarını, hareket etmeyecek şekilde yere yerleştirdiler. 28 adet demiryolu tabalığı ve 12 bağlantı ile inşa edilen bu yapılar başlangıçta Pile seyyar platformu olarak isimlendirilmiş ama kısa sürede Hava Savunma Topu Komutanı General Frederick Pile’ın ardından “Pile Yatağı” olarak isimlendirilmeye başlamıştır. Haziranın sonlarında İngilizler hareketsiz toplarını hareketli olanlarla değiştirmeye başlamışlar ve Temmuzun başında daha gelişmiş komuta aygıtları kullanılmaya başlanmıştır. Ancak yine de en zorlu iki sorun olan; yaralı V-1'lerin Londra'ya düşmesi (Savaş başlığı patlasa da patlamasa da zarara yol açabiliyordu) ve pilot ve topçular arasında yaşanan anlaşmazlık, İngilizlerin karşısına çıkmaya devam ediyordu.[31]
Bütün bunlara istinaden General Hill, 13 Temmuzda kıyıda toplardan oluşmuş bir şerit oluşturmaya karar vermiştir. Bu hızlı ve sert otorite gösterisi ve kararın uygulanma hızı, ilgi çekici olmakla kalmaz çok da etkili olmuştur. Nitekim 17 Temmuzda tüm ağır toplar, radar ve destek ekipmanları ve ikmal maddeleri yerlerine ulaştırılmıştı ve bunu takip eden 2 gün içerisinde tüm hafif toplar da yerleştirilmişti. Bütün bu ikmal yaklaşık olarak 23000 personel ve 60.000 tonluk ikmal maddesinin taşınmasını içeriyordu ki bu hiç de kolay bir görev değildi.
Topların ve uçakların yeniden yerleştirilmesi ve ayrılması savunmanın etkinliğini artıran faktörlerden en önemlilerden biri olsa da bunun yanında başka faktörler de bulunmaktaydı. Kıyı şeridine yerleştirilmiş ağır topların sayısı 1 Temmuzda 376'dan, 23 Temmuzda 416'ya, 30 Temmuzda 512'ye ve 7 Ağustosta 592'ye kadar yükseltildi. Ayrıca, bunlara ek olarak 892 adet 40 mm top, 504 adet 20 mm top ve 254 adet roketatar bulunmaktaydı. Bunların yanı sıra yeni Amerikan radarı SCR–584 ve İngilizlerin 3.7 inçlik, Amerikalıların 90 mm.lik topları için kullanılan komuta aletleri da savunmaları güçlendirmiştir.[32] Neticede topçular da sahada pratik yapmaya devam ederek isabet oranlarını artırmışlardır. Bütün bu gelişmeler, V-1'lerin yön yükseklik ve hızlarının bilinmesi, savunmacıların etkinliklerini belirgin bir şekilde artırmıştır. Yeniden yerleştirme gerçekleşmeden önce savunmacılar görülebilen V-1'lerin %42'sini indirirken, yeniden yerleştirmeden sonra bu oran %59'a kadar yükselmiştir.
V-1 harekât tarihinin sıkça gözden kaçan bir yönü daha vardır. Almanlar ayrıca kıtadaki diğer hedeflere de birçoğu (4900) Antwerp, Belçika'ya olmak üzere 7400 ila 9000 V-1 atmıştır. Şehrin savunması için ittifak kuvvetleri, 208 adet 90 mm.lik, 128 adet 3.7 inçlik, 188 adet 40 mm.lik topa personel olması amacı ile 18.000 askeri konuşlandırmış ve daha sonra sayısını 1400'e çıkaracakları 208 adet balon kullanmışlardır Antwerp savunmasında, V-1 atış rampaları ile şehir arasındaki mesafenin oldukça kısa olması sebebi ile avcı uçakları kullanılmamıştır.[33] Bununla beraber savunmacılar; görülen 2394 füzeden, 2183 (%91) adedini düşürmüştür. Buna ek olarak savunmacıların hayati bölge olarak nitelendirdiği, liman bölgesinin 6400 metre çevresindeki alana, 211 adet V-1 ulaşmış, bunların da 150 adedi liman bölgesini bulmayı başarmıştır.[34] Almanlar, Belçika, Liège bölgesine de yaklaşık 3000 V-1 ile saldırmışlardır ve V-1'ler Avrupa'da 10.145 asker ve 14.758 sivilin kaybedilmesine sebep olmuştur.[35]
Amerikan hava savunma silahları çatışmalarda büyük başarı göstermişlerdir. Normandiya çıkartmasının (7–30 Haziran 1944) ilk ayında 682 düşman sortisi esnasında topçular 92 adet uçağı saf dışı etmeyi başarmışlardır. Kumsal başının ele geçirilmesinden sonra Amerikan Kuvvetleri, Avranches şişe ağzı gibi zorlu bir arazide ilerlemeye çalışırken Luftwaffe (Alman Hava Kuvvetleri) 31 Temmuz ve 6 Ağustos arasında uçak ile saldırı düzenlemiştir. ABD topçuları yalnızca 58 uçağı düşürebilmiş olmasına karşın, Almanlar köprü, baraj ya da herhangi bir hayati hedefi vurmayı başaramamıştır.[36] Bulge Muharebesi, 1945 yılbaşı gecesi başta olmak üzere Alman Hava Kuvvetleri genellikle ittifak hava kuvvetlerine nazaran daha büyük kayıplar vermişler, ittifak hava savunması savaş genelinde daha etkin olmuştur. 7 Mart 1945'te Almanya, Remagen'de Rhine nehrindeki demiryolu köprüsü üzerindeki Amerikan kuvvetleri ile Alman Hava Kuvvetleri arasındaki mücadelede Almanların, köprüyü yok etmek için verdikleri amansız mücadelede Amerikan Hava Savunması bariz şekilde üstün gelmiştir. 14 Mart 1945'e gelindiğinde Amerikalıların 64 adet 90 mm.lik (Şekil 12), 216 adet 40 mm.lik, 24 adet 37 mm.lik top ve 228 Quad 50 silahı ile yaptığı savunmada 442 Alman sortisinde 142 Alman uçağı düşürülmüş ve Almanlar köprüyü yıkmayı başaramamıştır[37] 2. Dünya Savaşında Hava Savunma Topçuluğunun etkinliğine dair bir istatistikî bilgi olarak: Alman Hava Kuvvetleri; savaş boyunca 14,938'i Almanya üzerinde olmak üzere 29.953 uçağını kaybettiğini ve bunların içinden 2,598 adedinin Hava Savunma Tarafından yok edildiğini bildirmiştir.[38]
2. Dünya Savaşına katılan devletler arasında en fazla hava savunma deneyimine sahip olan Almanya'dır ve Alman hava savunma silahlarını yasaklayan Versay antlaşmasından sonra büyük yol kat etmeyi başarmışlardır. Antlaşmanın şartlarını bir noktaya kadar aşmayı başarmış olmalarına karşın, Hitler 1933'te başa geçene kadar herhangi bir askerî güç üretimleri yasaklanmıştı. Nisan 1934'te, Luftwaffe (Almanlar Hava Kuvvetleri) içerisinde hava savunma kolunu kurmuşlar ve başlangıçta düşman uçaklarına karşı ana savunmasının, hava savunma kolu tarafından yapılacağını öngörmüşlerdir. Daha sonra İspanya Sivil Savaşında, piyade destek rolünde kullanılışından çıkardıkları dersler ile flak toplarının rolünün genişlemesini sağlamışlar ve flak birimlerinin sayısını iki katına çıkarmışlardır. 2. Dünya Savaşı başladığında, Almalar 2.600 ağır ve 6,700 hafif flak topu ile dünyadaki en geniş hava savunma sistemine sahipti
Almanya'nın en iyi bilinen topu 88 mm.lik idi. I. Dünya Savaşı sırasında bu kalibredeki bir top kullanılmış olsa da İsveç'teki Bofors firması, savaşlar arasındaki yıllarda yeni 88 mm.lik top üzerinde çalışmış ve 1931 yılında Almanya'ya yeni modeli sunmuştur. (Şekil 14) Sonuçta ortaya çıkan 8.8 santimetrelik Flak 18/36/37 modelleri 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın ağır flak toplarının %60'ını oluşturmuştur. Bu topun diğer toplarla karşılaştırması için gerekli bilgiler tabloda verilmiştir. Almanların 88 mm.lik topunun ünü aslen tanksavar, hava savunma ve standart top olarak 3 farklı şekilde kullanılma esnekliği, daha hafif olması ve savaş alanında kolaylıkla bulunabilmesidir. Ayrıca Almanlar, 1939 yılında daha gelişmiş bir model olan 8,8 santimetrelik Flak 41 üzerinde çalışmaya başlamışlar ancak 1943 yılına kadar silahı kullanıma sokamamışlardır. Başlangıçta bazı mekanik problemler yaşamış olmasına karşın flak 41'in performansı daha gelişmiştir.
Almanlar savaş sırasında toplarını geliştirmişler ve savaş boyunca en büyüğü Rhinemetall tarafından üretilmiş 12,8 cm.lik topa kadar geliştirmiştir (Şekil 15). 1944'ün sonuna gelindiğinde, 116 adedi demiryolu vagonuna monte edilmiş, 827 adet sabit ve 1025 adet mobil 105 mm.lik flak toplarından bulunmaktaydı. Daha başarılı bir hareket kabiliyeti için Almanlar 105 ve 128 mm.lik toplardan yaklaşık %5'ini demiryolu vagonlarına yerleştirmiş ve bunların başına en iyi hava savunma topçularını yerleştirmişti. Bu birlikler Alman hava savunmasının en tehlikeli ve güçlü elemanları kabul ediliyordu
Savaşın ilk yıllarında (1939–1941), flak topları, Alman askerlerini Luftwaffe'nin yok edemediği az sayıda ittifak uçağından korumuş ve ilerleyen ordulara anti tank ve direkt destek ünitesi olarak destek olmuş, saldıran uçaklara karşı verilen kayıplar da savaşın başında azalma eğilimindedir. Ağır topların yaklaşık %10'unu 128 mm.lik toplar, %15'ini 105 mm.lik toplar, %60'ını 88 mm.lik seyyar toplar ve 75 mm Romanya topları ve %15'ini de ele geçirilen 76,5 mm.lik Sovyet topları oluşturmaktadır. Büyük bir kuvvetle benzin tesislerini de koruyan Almanlar, Politz'e tamamı ağır 600 ve Leuna'ya %40'ı ağır olmak üzere da 700 hava savunma topu yerleştirmişlerdir. 12 Mayıs 1944 ve 4 Nisan 1945 arasında ittifak kuvvetleri, Almanya'nın ikinci en büyük sentetik benzin ve kimyasal madde fabrikası olan Leuna'ya büyük bir saldırı kampanyası başlatmışlardır. Bu kampanya 2. Dünya Savaşındaki dev hava savunma korumasının etkilerini göstermeye yetmiştir. Amerika Hava Kuvvetleri 5.236, İngiliz Hava Kuvvetleri 1.394 sorti saldırı ile toplamda 18.092 ton bomba hedefe bırakılmış, buna rağmen, hava muhalefeti ve düşmanın karşı koyması sebebi ile bombaların yalnızca %10'u fabrikaya düşmüştür. Hedefi bulan bombalar Mayıs 1944'te %35'ten, Temmuz'da %5'e ve en sonunda Eylülde %1,5'e kadar düşmüştür. Genellikle Alman flak topuna olmak üzere Amerikalılar bombardıman uçaklarından 119 adedini (Sortilerin %2,3'ü), İngilizler ise 8 uçağını (Sortilerin %0,57) kaybetmiştir
Tapalar da önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır. Almanlar 1943'ye temas ve zamanlı olmak üzere ikili tapalar talep etmişler ve 1944 yılında savaşta kullanmaya başlamışlardır. Bu gelişme; 88 mm.lik topların etkinliğini 5 kat, 105 mm.lik topların etkinliğini 3 kat ve 128 mm.lik topların etkinliğini 2 kat artırmıştır. Ancak tapalardaki asıl devrimi yapanlar Almanlar değildir, aslen ittifak kuvvetleri VT tapasını kullanmaya başlayan taraf olmuştur. Savaştan sonra yapılan bir Amerikan çalışmasına göre, eğer Almanlar VT tapalarını kullanmış olsalardı, flak etkinliklerini 3,4 kat artırabilecek ve dolayısı ile B–17 operasyonlarını çok tehlikeli, B–24 operasyonlarını ise anlamsız kılacaklardı.[39]
Neticede, Alman flak topları savaş boyunca gittikçe daha etkin hale gelmiştir. 1944'e kadar, Alman topçuları, düşen ittifak uçaklarının ⅓’ünün düşürülmesinden, verilen tüm zararın ise ⅔’ünden sorumludur. Bu tarihten sonra ise, ⅔’ünün düşürülmesinden ve tüm zarardan sorumlu hale gelmişlerdir. Tam olarak açıklamak gerekirse, savaş boyunca Alman flak birimleri yalnızca daha etkin hale gelmekle kalmamış, Alman uçakları azaldıkça oransal olarak da daha önemli hale gelmiştir. Örnek olarak 2. Dünya Savaşında Amerikan Hava Kuvvetleri Almanya’ya toplamda 18.418 adet uçak kaybetmiş ve bu uçakların 7821 tanesinin Alman hava savunması tarafından, 6800 tanesinin ise Alman uçakları tarafından düştüğünü raporlamışlardır.[40] Uçak düşürmenin ve yaralamanın ötesinde, flaklar bombalama kesinliğinin de azalmasına sebep olmuşlardır. Mayıs 1944 ve Şubat 1945 arasındaki bombardıman hataları ile ilgili bir Sekizinci Hava Kuvvetleri çalışmasına göre, vurulamayan hedeflerin %40’ı flak ateşine, bunun haricindeki %22’si ise flak atışına karşı irtifanın yükseltilmesine bağlanmıştır. Bu istatistiğin bir diğer şekli ise; az ya da hiç olmayan flak atışı varlığında, bir köprüyü vurmak için 30 bomba kullanılırken, ağır flak atışı varlığında bir köprüyü vurmak için 150 bomba gerekmektedir.[41]
Savaş sonrası analizleri, iki taraf da en gelişmiş hava savunma sistemlerini kullansa dahi, bombardıman uçaklarının büyük çoğunluğunun (Yaklaşık %90) hedeflerine ulaştığını ortaya koymuştur. Savaş sırasında oldukça zor bir durum oluşturmuş olsa da, nükleer bombanın ortaya çıkması ile durum dramatik olarak değişmiş ve artık tek bir uçağın bile hedefe ulaşması kabul edilemeyecek hale gelmiştir.
2. Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeler, savaş sonrasında da bir süre devam etmiştir. Örneğin; ABD Ordusu büyük şehirlerinin etrafına radar güdümlü 90 ve 120 mm toplardan oluşan dev bir hava savunma ağı kurmuştur. Pervaneli bombardıman uçaklarına karşı sağlanan düşük başarıdan dolayı, hava savunmanın neredeyse tamamının “Önleyici Hava Araçlarına” dayanması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bunun haricinde, Birleşik Devletlerin çabaları 1950'lere kadar devam etmiş; radar ve bilgisayarlara sahip olması, yüksek atış gücü ve kendi kendini doldurabilmesi ile neredeyse tamamen otomatik 75 mm Skysweeper top sistemi geliştirilmiştir. Skysweeper (Gökyüzü Süpürücü), başta Bofors 40 mm olmak üzere, o dönemde kullanımda olan daha küçük topların hepsinin yerini almıştır.
Güdümlü füzenin icadı ile birçok şey değişmiştir. Almanya'nın güdümlü füze üretme çabaları savaş sırasında umutsuzca sürmüş olsa da, kullanıma sunulacak seviyeye getirilememiş, getirilmiş olsa bile İngiliz karşı savunmasını geçecek kadar geliştirilememiştir. Savaş sonrasında yapılan birkaç yıllık geliştirme ile bu silahlar pratik hale gelmeye başlamıştır. ABD kendi savunma sistemlerini Nike Ajax füzeleri ile geliştirmiş ve daha büyük hava savunma silahları kaybolmaya başlamıştır. Aynı şekilde SSCB de SA -2 Guideline hava savunma sistemlerini geliştirmiş ve büyük toplara olan ihtiyacını kaybetmiştir.
Bu süreç devam ederken toplar tarafından ifa edilen görevler artık füzeler tarafından yapılmaya başlanmış ve ilk görevden alınanlar en büyük toplar olmuştur. Bunların yerini, aynı derecede etkiye sahip ancak daha pratik ve yüksek performanslı füzeler almıştır. Daha ufak füzeler de sonraları savunma silahı olarak kullanılmaya başlanmış ve sonunda zırhlı araç üstüne ya da tank şasesine yerleşecek kadar küçülmüşlerdir. Toplar ve füzeler arasındaki bu yer değiştirme, 1960'larda başlamış ve 90'larda modern ordularda neredeyse tamamının yeri değişmiştir. İnsan kullanımlı füzeler ya da MANPAD'lar 1960'larda tamamen kullanılabilir hale gelmiş ve gelişmiş ordularda en ufak topların bile yerini almışlardır.
1982'de Falkland savaşında, Arjantin Silahlı Kuvvetleri, Oerlikon GDF–002 35mm ikiz namlulu ve SAM Roland gibi, zamanının en iyi Batı Avrupa silahlarını, İngilizler ise daha yeni üretilen FIM–92 Stinger füzelerini kullanmışlardır.
Hava Savunma topçularının karşılaşmak durumunda kaldığı, ancak üzerinde fazla konuşulmayan dost ateşi, savaşın karmaşasında anlaşılabilir olduğu kadar pişmanlık da uyandıran bir olgudur. Bu olguyu arka plana itmek için genelde takınılan tavır “Dost Uçak diye bir şey yoktur” olduğundan bu problem sonlandırılamamıştır.
Örneğin, 12 Temmuz 1943'te, bir istila operasyonuna 82nci Hava Bölüğü ile destek kuvvet iletmek isteyen General Matthew Ridgway, dost ateşi riskini fark ederek, ateş edilmeyen bir uçuş koridoru oluşturulmasını emrederek birliklerinin güvenliğini sağlamayı düşünmüştü. Ancak düşündüklerinin tam tersi oldu. Asker sevk eden C-47'lerle dolu filo, düşman bombardımanından hemen sonra çarpışma alanına ulaştı. İlk dalga ateşe maruz kalmadan geçerken, ikinci dalgaya bir top ateş açtı. Hava savunma ateşi 144 uçağın 23'ünün düşmesine ve 37 diğerinin yara almasına sebep oldu. İttifak kuvvetleri bu sorunu önlemek için elektronik tanıma cihazları (IFF) gibi önlemler almış olsalar da problem savaş boyunca devam etmiştir. Ancak elbette bu durum yalnızca ittifak devletlerine ya da Avrupa çarpışmalarına özgü değildi ve bütün kuvvetler aynı durumla karşı karşıya idi. Almanlar 1943'te 229 ve 1944'ün ilk yarısında kendi toprakları üzerinde kendi topları tarafından saf dışı bırakıldığını açıklamışlardır.[42]