Type a search term to find related articles by LIMS subject matter experts gathered from the most trusted and dynamic collaboration tools in the laboratory informatics industry.
Dilbilim |
---|
dizisinin bir parçası |
Retorik ya da eski ismiyle Belagat, etkileyici ve ikna edici konuşma sanatıdır.[1] Sözcük güncel kullanımda "etkileyici ve ikna edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksun lisan" anlamında da kullanılır.[1] Kavram Yunanca rhētorikos (ῥητορικός) "hitabet" kavramından türemiştir. Antik Yunanistan'da MÖ 5. yüzyılda Sokrates çevresindekiler tarafından kullanılmış olan bu kelime, ilk kez Platon’un Gorgias adlı eserinde geçmiştir.
Retorik felsefede, edebiyatta, siyasette, hukukta, doğal dilde, bilim dışı akıl yürütmede, fikirde, güzel konuşmada ve örtülü ifadelerde kullanılabilir. Farklı disiplinlerdeki anlamları her zaman bire bir örtüşmez.
Retoriğin olabilmesi için üç temel öge gereklidir: Bir söylemci, bir dinleyici ve bunların düşündüklerini ve görüşlerini iletebilmelerine aracılık eden bir dil.
Retorik, bir konu üstünde bireylerin farklılığı tartışmalarıdır. Retorik aracılığıyla, benzerlik, farklılık, kendimizin veya başkasının benzerliği, bunları donduran toplum, bunları yasallaştıran ve kimi zaman sarsan siyaset, bunların içlerinde dalgalandığı psikoloji ve ahlak tartışılır.
Retorik, bireyler arasındaki benzerlik ve farklılıklar üstünde durur ve mesleğini somutlaştıran özel, kesin sorular aracılığıyla bu sorunu işler. Retorikle insanlara, onların durumlarına, onlarda bulunduğunu sandığımız özelliklere, onlarda bulunmasını istediğimiz ya da reddettiğimiz özelliklere hitap ederiz.
Retoriğin Logos, Pathos ve Ethos boyutu vardır;
Retorik, kendi içinde bir bilgi bütünü oluşturmaktan çok kendi dışındaki bir nesneye, düşüncenin gerçeklikle, önermelerin verili bir olguyla uyuşmasına yani doğruluğa (Aletheia) erişme yolu, yordamıdır. Retoriğin nesnesi olan doğruluk türü bilimsel tanıtlamayla (Latince, demonstratio) doğruluğu bilinen öncüllere dayanarak yapılan çıkarımla gösterilemez; konuşanla dinleyeni ortak varsayımlar temelinde buluşturan olası öncüllere dayalı çıkarımla ancak yaklaşık olarak betimlenebilir. Antik retoriğin kurucu ilkesi bu yüzden, doğruluğun zorunlu olarak ancak belli koşullarda, belli kişiler içinde geçerli olduğu biçimindedir.
Antik Yunan toplumu sözlü kültürün egemen olduğu bir toplumdu. Hukuk, eğitim, siyaset, felsefe konuşmaya dayanır. Antik Yunanların doğal bir konuşma yeteneğine sahip oldukları söylenebilir. Nitekim daha Homeros'ta kahramanların olağanüstü söylevleriyle meclislerde ve toplantılarda halkı etkilediklerini görüyoruz. Fakat anlık bir ilhamla doğan ve iz bırakmadan kaybolan bu söylev ile söylevcinin hiçbir şeyi tesadüfe bırakmadan belirli bir düzene göre hazırlayıp yaptığı konuşmalar, yani edebi bir tür halindeki söylev ancak 5. yüzyılın sonlarına doğru ve özellikle 4. yüzyılda gelişmiştir. Yani söylev bu çağda henüz doğal bir yetenek halindedir. MÖ 5. yüzyıla kadar bir konuşmayı belli bir düzen göre hazırlamayı, özenle seçilmiş kelimeleri kullanarak sonuca varmayı öğreten bir söylev doktrini yoktu.
Retorik kuramının doğuşu doğrudan demokrasiyle bağlantılıdır. Atina’nın siyasal, hukuksal yapısı retoriğin ortaya çıkması için uygun bir ortamdır. Özellikle MÖ 5. yüzyıl Atina'sında tüm yurttaşlar askeri görev dışında, yargıçlık gibi her türlü kamu görevini kısa süreli dönüşümlü olarak üstleniyorlardı. Her özgür yurttaş halk meclisinin doğal üyesidir, kenti ilgilendiren her türlü sorunla doğrudan ilgilenir. Bir dava açılacağında önce şikâyet kamu görevlisine iletilir ardından halktan kurulu bir jüri önünde davalı ile davacı doğrudan konuşarak jüriyi ikna etmeye, yanlarına çekmeye çalışırlar; davayı yürütecek bir savcı ya da savunmayı üstlenecek bir avukat yoktur. Davalı kendini savunmak durumunda olduğundan dolayı, kendini daha iyi savunabilmek için belli bir konuşma yetisine sahip olmalıdır. Böylece konuşma yetisine sahip olanlar sivrilip önder olabilir. İşte böyle bir ortamda retorik zamanla sanat haline gelebilmiştir.
Demokrasilerde doğru ile yanlış kavramlarının içeriğinin belirlenmesi bir buyruğun konusu olmaktan çok bir toplumsal uylaşımın (Latince; consensus) sonucudur. Diktatörlükte retorik gereksizdir. Çünkü kişinin inanmak dışında bir seçeneği yoktur. ‘Özgür’ biri seçebilir, seçiminin sonucuna gönüllü olarak katlanır.
Retorik, antik dünya demokrasisinin desteği, yardımcısı olmuştur. Retoriğin tarihsel evriminde iki önemli sonuç doğmuştur: Demokrasilerde retorik özgür bir konuşmanın altında yatan törel ilkeleri altüst edebilir, retorik retoriği yıkabilir, yıkmıştır da; Öte yandan uygun ‘doğru’ retoriği oluşturma yolunda harcanan çabalar özgür konuşmanın en çok tehlikeye düştüğü dönemlerde gündeme gelmiştir.
Retorik türünün edebi bir nitelik kazanması ve gelişmesi Atina’da olmuştur. Atina bu gelişme için çok uygun bir ortamdı. Çeşitli siyasi sorunlar halk meclislerinde incelenirdi ve bütün vatandaşların söz alma hakkı vardı. Özel davaların bakıldığı mahkemelerde ise vatandaşlar kendilerini savunmak zorundaydı. Bunların dışında siyasi veya hukuki amaçlı olmayan bir söylev türü daha vardı. Buna örnek olarak, vatan uğruna savaşırken ölmüş olan kahramanların övüldüğü konuşmaları verebiliriz. O halde Atina’da retorik üç tür haline gelmiştir: Adli (hukuki) söylev, Siyasi söylev ve Serilmeme söylevi.
Adli davalar; özel davalar ve kamu davaları olarak ikiye ayrılırdı. Özel davalarda her iki taraf çıkarlarını kendisi korurdu. Kamu davalarında ise her vatandaş suçlayıcı olabilirdi, sanık da kendisini bizzat savunurdu. Fakat kendisini savunmayı beceremeyen kimseler için konuşmalar yazan logograph adlı yazarlar da vardı. Davacı bunlar tarafından yazılan konuşmayı öğrenip yargıçların önünde söylemekle yetinirdi. Ayrıca davalarda bugünkü avukatların görevini yerine getiren synegoros adlı kişiler de vardı. Halk meclisi tarafından görevlendirilen synegoroslar, bazı siyasi davalarda şehrin çıkarlarını korurlardı.
Atina’da bütün vatandaşlar yargı görevini yerine getirmek için seçilebilirdi. Seçilmek için 30 yaşın üzerinde olmak gerekiyordu. Yargıçlar her yıl halk tarafından yeniden seçilirdi. Bu yargıçların toplam sayısı 6 bine kadar çıkabiliyordu. Ancak bu yargıçlar kura yoluyla çeşitli mahkemelere dağıtılıyordu. En önemli mahkemeler şunlardı: Areios Pagos, Heliaia Mahkemesi, Ephetai.
Mahkemelerde herkes kendi davasını savunurdu. Konuşmayı hazırlayan logograph, nadiren ortaya çıkardı. Ayrıca, bunların hitabet oyunlarına başvurması yasaktı, yalnızca olayları sergilemekle yetinmeleri gerekiyordu. Öte yandan konuşmalarını aşırı şekilde süsleyerek yapay söylev eserleri yaratan söylevciler de vardı.
Devletin çeşitli sorunlarını serbest bir şekilde tartışıldığı halk meydanı ise gerçek söylevcilik için daha uygun bir yerdi. Siyasi söylevcilerin yeteneklerini göstermeleri ve geliştirmeleri için burada her gün birçok fırsat doğuyordu. Ayrıca halk meclisinde de siyasi söylevler verilirdi. 4. yüzyılda halk meclisinin toplantı yeri Pnyks idi. Fakat Dionysos tiyatrosunun tamamlanmasından sonra oturumlar tiyatroda yapılmıştır.
Retorik yüzyıllar boyunca Serimleme denen türle özdeşleşmiştir. Serimleme söylevi, ölmüş askerler için söylenen ağıt söylevlerini veya İsokrates’in Paneygrikos söylevleri gibi söylevleri içerir. Bu söylev türü diğer söylevler kadar coşkulu olmamakla beraber, söylev kurallarına uygundur. Bu türde özellikle şekle özen göstermek ve çeşitli üslup süsleriyle konuşmayı zenginleştirmek gerekiyordu.
Savaşta ölen askerler için ağıt söylevleri verecek söylevciyi meclis seçerdi. Bu söylev Atina’nın Kerameikos adlı semtinde okunurdu. Ağıt söylevleri genellikle iki kısımdan oluşurdu. İlk kısımda ölen savaşçılar ve ülkeleri övülürdü. İkinci kısımda ise, ölen savaşçıların yakınları için yapılan tesellileri ve bu kahramanların cesaretlerini örnek almaları için teşvikleri içerirdi. Bu tür söylevlere örnek olarak Perikles’in Peloponnesos Savaşı’nda ölen askerler için verdiği ve Demosthenes’in Khaironeia’da ölen askerler için verdiği söylevi verebiliriz.
Söylevcilik hakkında ilk çalışmalar Sicilya’da MÖ 5. yüzyılda tiranların devrilmesini izleyen, mülklerin ilk sahiplerine geri verilmesine ilişkin davalarda gerçekleştirilmiştir. Söylevciliğin bu mülkiyet davalarından doğduğuna inanılır. MÖ 485 yılında Sicilya’da tiranları halk topraklardan sürer; 467’de tiranlar alaşağı edildikten sonra, mülklerin eski sahiplerine verilmesine ilişkin davalar açılarak halktan kurulmuş jüriler önüne getirilir. 465 yılına doğru uzun zamandır tiranlar tarafından yönetilen davalar tekrar mahkemelere bağlanınca Koraks ve onun öğrencisi olan Teisias, konuşma deneyimi olmayan davacıların kullanması amacıyla Rhetorike Tekhne (Konuşma Sanatı) adlı eserlerinde söylevin kurallarını yazmışlardır. Bu eser söylevcilik konusundaki ilk yazılı eserdir.
Koraks ile Teisias, ayrıca bir söylevcilik okulu kurmuşlar ve paralı dersler vermişlerdir. Onlara göre söylevin amacı, ikna etmeyi sağlamaktır. Bundan da söylevci için önemli olan şeyin gerçek değil, gerçeğe benzerlik (Eikos) olduğu sonucu çıkar. O halde gerçeği aramak değil, bir fikri dinleyicilere gerçek gibi göstermek söz konusudur. Koraks ve Teisias bu sonuca ulaşmak için çeşitli uygulamalara ve örneklere başvurmuşlar, öğrencilerine tipik bir sorunu değişik açılardan incelettirmişlerdir. Ayrıca savunma için fikirleri anlaşılması kolay bir düzen içinde sıralamayı da öğretmişlerdir.
Retoriğin ilk öğretmenleri 5. yüzyılın Yunan dünyasında kendilerinden oldukça söz ettiren gezgin sofistlerdir. Sofistler, Koraks ve Teisias’ın söylev konusundaki çalışmalarını sürdürmüşler, konuşmalarının özü ve biçimini geliştirmişlerdir. Konuşmanın özü konusunda, çeşitli konular hakkında doğru gibi görünen fikirleri bulmak düşüncesini bir düzene sokmaya çalışmışlardır. Sofistler aldatılmış olanları savunmak amacıyla bilgelik dersleri veriyorlardı. Bu amaç için en önemli çalışmaları tartışma (Anthilogia) olmuştur. Ayrıca bu konuda çalışanlar için örnek kompozisyonlar yazarak çeşitli konular hakkında lehte veya aleyhte düşünceleri ortaya koymuşlardır.
Sofistler kısa sürede her alanda kendilerini satmayı bilmişlerdir. Ve bu tavırları nedeniyle de Platon’un eleştirileriyle karşılaşmışlardır. Platon’a göre sofist (sözle inandırma yeteneği ve sanatına sahip olan kişi) filozofun antitezidir.
Biçim konusunda ise dil ve üslup çalışmaları yapmışlardır; Çünkü dil ve üslubun güçlü bir ikna aracı olduğunu fark etmişlerdi. Akragaslı Polos, dilin inceliklerini gösteren bir eser yazmış Mouseia Logon, Prodikos, eşanlamlı kelimeleri tespit etmeye çalışmıştır. Titiz bir üslup sahibi olan Gorgias ise, düşüncelerin paralellik veya zıtlığını biçim ve seslerin uyumu sayesinde daha belirgin kılmaya gayret göstermiştir.
Sofistlere karşı olan eleştirinin belirgin bir biçimde yer aldığı en eski eserlerden biri de Aristophanes’in Bulutlar adlı eseridir. MÖ 423’e tarihlenen komedi eseri eski sofistlerin en parlak dönemlerinde sahnelenmiştir.
İsokrates söylev sanatını beceriksizlikleri yüzünden yanıltıcı biçimde kullanan ve bu beceriksizliklerini övgü konusu yapan sofistlere, olanaksız bilgiyi araştırıp faydasız konular üzerinde konuşan felsefecilere ve kendini sadece yasal konularla sınırlandıran mahkeme konuşmacılarının öğretilerine, karşı çıkar. O, söylevciliği hiçbir zaman birçok eski sofistin anladığı gibi yasal alanda pratik bir sonuca ulaştırarak para kazandıran bir araç olarak görmemiştir.
Yunanların ve sofistlerin en ünlü eğitimcisi olan İsokrates’in asıl çıkış noktası zihinsel eğitim ve güçlü bir karakter eğitimini bir arada sağlamaktır. Ona göre bir kişinin başarılı bir söylevci olabilmesi için gerekli üç ölçüt vardı; doğal beceriler, iyi bir öğretmen ve uzun bir eğitim. Bu sayede başarılı bir söylevci olunabilirdi. Ona göre retorik yaratıcı bir sanattır ve öğrencide hayal gücü yüksek bir zihin ister.
Retorik sanatıyla uğraşmanın Atina’yı ve Yunanistan’ı eski canlı yaşamına kavuşturacağına inanır. İsokrates Logos aracılığıyla toplumun liderleri olacak öğrencilerine en yüce değerleri kazandırmak ve siyaseti olumlu yönde etkilemek amacını güdüyordu.
Felsefe karşısında retoriğe öncelik tanıyarak, hatta ona felsefe yapmanın ön koşulu gözüyle bakarak retoriğin eğitsel önemini vurgulasa da felsefecilerin retoriğe karşı edindikleri önyargıyı silememiştir.
Platon’a göre retorik doğru düşüncenin zıddı ve dinleyicilerin yönlendirilmesidir. Doğruluk (Aletheia) onun için öylesine merkezi bir kavramdır ki, sanatsal ve yazınsal değerlerin ölçütü bile yapıtının verdiği haz değil, doğruluğudur.
Platon Aristoteles gibi düşünmez, ona göre dili yönlendiren gerçek değil, Pathos’dur. Akıl retoriğe yabancıdır. Çünkü açık seçik olmak ister ve dolayısıyla sadece felsefeyle ilişkilidir. Ama o da öğrencisi Aristoteles gibi söylevin ikna etmeyi içerdiğini düşünür.
Söylevciliğin en etkili eleştirildiği önemli bir eser de Platon’un Gorgias adlı eseridir. Hatip, söylevci kelimesi (rhetor) sadece konuşmacı değil aynı zamanda siyasetçi anlamında kullanılmıştır. Gorgias’daki Sokrates 5. yüzyılın siyasi söylevcilerini insanların ahlakını bozduğu gerekçesiyle eleştirir.
Aristoteles’in sofistlerin geleneğini bir anlamda sürdürdüğünü söyleyebiliriz. O retoriği ciddiye almış ona olumlu ve soylu nitelikler katmıştır. Ona göre retorik bilimin zorunlu ters yüzüdür: Bilim ulaştığı sonuçları kesinler ama günlük yaşamın ve entelektüel yaşamın birçok sorunu hiçbir kesinlik sunmaz. Retoriğin uygulandığı tüm alanlar farklılık ve çeşitlilik gösterir.
Retorik, gerçek ve öğretilmeli olanın, doğrudan varlığın ve geri planda olanın içinde yer alır, dolayısıyla retorik dinsel zihniyetlerin ama aynı zamanda şiir ve romanda değişmeceli anlamlarla oynayan edebi yaratıcıların önceliğidir.
Aristoteles’in yazdığı iki kitap da söylev konusundadır. Ars Rhetorica’da kamu önünde yapılan konuşmanın, dinleyicinin beklentilerini de hesaba kattığı gündelik iletişimin yordamını işlerken; Poetica’da tam tersine söylevin alıcısının beklentilerinin göz önüne alınmadığı imgeleme dayanan iletişimin sanatsal yordamını işler. İlkinde düşünce üstüne düşünce eklenerek söylem oluşturulurken, ikincisinde imgeye eklenerek yapı oluşturulur. Ars Rhetorica elimize eksiksiz geçen ilk retorik kuramı kitabıdır. Aristoteles kendi geliştirdiği mantık kuramını bu kitapta retoriğe uygulamıştır.
Aristoteles’e göre retorikte üç büyük tür vardır ve bunlar edebiyatta, roman ya da şiir türünde de bulunur.
Aristoteles’e göre retorik kuramının en eksiksiz biçiminde beş yordam vardır:
Sofistlerin kamusal, siyasal yaşamda önder olmak üzere iyi eğitilmiş devlet adamı tasarısı Roma’da birden canlanır. Bu konu üzerine Latince en eski kılavuz kitap Rhetorica ad Herennium’dur (Bazı kişiler Cornificus’un bazıları ise Cicero’nun yazdığını düşünür.)
Edebi, şiirsel ve duygusal türde, heyecan üstünde duran üslup figürleri teorilerini geliştiren ilk retorik Roma retoriğidir.
Quintilianus’a göre retorik güzel konuşma sanatıdır. Hitap, ifade, insanın kendisi, niyet ve amacıyla ilişkilidir. O hem söylevin tüm yetkinliklerini hem de söylevcinin ahlakını kucaklar; çünkü ona göre iyi insan olmadan gerçekten iyi konuşmak mümkün değildir.
Ona göre Pathos ve Logos, Ethos’un hatiplik değerlerine örtük biçimde katılsalar da ikincil gözükürler. Bu durumda güzel söz söyleme hem üslup etkilerine (Logos), hem heyecana, hem de duyguya (Pathos) açılır.
Cicero’nun Retorik hakkındaki öğretisindeki temel önermelerden biri; iyi yetişmiş bir söylevcinin her konuda inandırıcı konuşacağı biçimindedir, çünkü bütün tartışma türlerinde aynı kurallar yürürlüktedir, kişi ne kadar iyi yetiştirilirse o kadar ikna edici konuşabilir. Cicero, aynı zamanda tarihi bir çeşit hitabet olarak görüyor ve tarihin retoriğe çok şey borçlu olduğunu belirtiyordu.
Klasik Yunan'da yurttaşların siyasal yaşama büyük ölçüde katılmalarından doğmuş olan retorik giderek eğitimin temeli olmuştur. İsokrates ile başlayarak 4. yüzyılda retorik okulları kurulmaya başlamış ve Yunan-Roma dönemi boyunca retorik dersleri genç erkeklerin eğitiminin önemli bir parçası olmuştur.
Ayrıca MÖ 4. ve 3. yüzyıllarda Antik Kolhis Krallığı'nda faaliyet göstermiş Kolhis Retorik Okulu bulunmaktaydı. Gürcistan'ın Poti şehrinde kurulduğu düşünülen bu akademi, Yunan filozof Themistius'un yazdıklarına göre döneminin en gelişmiş retorik okuluydu. Akademide Grekçe ve Antik Kolh dilinde eğitim verildiği düşünülmektedir.
Retorik sözde ve yazıda tümceden daha büyük birimleri konu edinmiş, böylece bir yazı tipolojisinin, bu yazı tipolojisine dayalı bir yazın eleştirisinin eğitiminin yolunu açmıştır. Dilin bu estetik kullanımı belirli biçimsel sınırlamalara konu olmuş, söylevin üretimi, yazınsal metinlerin üretimi, geniş ölçüde dinleyicilerin beklentilerinin belirlenmesi okullarda ders olarak verilmiştir.
Edebiyat gösteriyle birlikte doğmuştur. O dönemde okunmaktan çok anlatılıyordu eserler. Uygun olan epik şairin anlattıklarını dinlemekten çok eserin kendisini izlemekti. Heyecan ve eğlence Pathos’a bağlıdır. Retorik ve Poetik uzun zamandan beri birleşmiştir ama çok açık seçik değildir bu. Aristoteles’e göre retorik olana ama olmayabilecek olana bağlıdır, Poetik ise olmayana ama olabilecek olana, düşsel olana bağlıdır.
Edebi retorik ve günlük yaşam retoriği arasındaki en büyük fark karşılıklı konuşma bağlamıdır. Edebi söylemin retoriğinde konuşan biri ve hitap ettiği dinleyiciler vardır ama fiziksel anlamda karşı karşıya gelen bir hatip ve dinleyiciyle birlikte gerçek anlamda bir söyleşme olmadığından bu boyutlar ancak şu ya da bu biçimde edebi metnin içinde yer alabilirler. Soru soran ve cevap veren olarak kimliklerini belirleyen işaretlerle varlıklarını, her halükarda ilişkilerini göstermek söz konusudur.
Filozoflar kendilerine söylemlerin kanıtlayıcı olduğunun söylenmesinden pek hoşlanmazlar. Filozof birey olarak düşündüklerini söyler ve düşünceleri içinde, her halükarda uygulamaları içinde, ileri sürülen fikir başka bir fikir kadar değerli olsa da inandırmak için bunun yeterli olması gerektiğini düşünür. Retorik içinse karşıdaki kişiyi ikna etmek önemlidir fikrin ne kadar doğru olduğu değil.
Bununla birlikte felsefe yapmak kanıtlamak, temelden sonuçlara kadar olabildiğince uzağa gidebilen bir söylemi yapılandırmaktır. Felsefe de kesinlik vardır uygulama için bu kesinliğin ne ile bağlantılı olduğunun bilinmesi önemlidir. Akıl yürütmenin amacı bir sonuca ulaşmaktır. Başka bir deyişle kendimize ve başkalarına sorduğumuz sorulara cevap verebilmeye çalışmaktır. Bilim bu amaca mantıksal, deneysel yöntemle ulaşır: Daha öncekileri çözdükçe bulduğu ya da keşfettiği seçenekleri test eder. Retorikte amaç ikna etmektir, karşıdaki kişiyi konuşarak etkilemektir.
Filozof kendi sorunsalının cevabını kendisi bulabilmelidir; çünkü başvurabileceği başka bir şey yoktur elinde: buna problematolojik tümdengelim denir. Felsefe tarihinde en azından Aristoteles, Descartes, Kant ya da Hegel gibi büyük filozoflarda rastlanır bu kavrama. Aristoteles’te çelişkisizlik ilkesinin değerlendirilmesi problematolojik bir tümdengelimdir mesela.
Felsefi akıl yürütmenin özelliği başka türlü düşünmeye alışkın, filozof olmayanlara çoğu zaman tuhaf, hatta gizlemli gözüken bir şaşırtıcı karakteristikte yatar. Soruların amacı soruları ortadan kaldıracak cevaplara varmaktır. Filozof bu soruları sorgular. Cevapları onları kavramaya açıklamaya ayakta tutmaya yöneliktir, tek kelimeyle onları olabildiğince sistemli biçimde düşünmeye yöneliktir.
Felsefecilerin retoriğe olan önyargılarını İsokrates bile çok uğraşmasına rağmen silememiştir. Felsefe ve retorik arasındaki çekişme Roma İmparatorluğu dönemine kadar sürmüş. Problem hükümdarları despotluklarından dolayı eleştiren Stoik ve Kynik filozoflar tarafından devam ettirilmiştir.
Söylevleri zaman ekseni üstünde konumlayabiliriz; Geçmişte olmuş bitmiş olayların belli bir değişkesini sunan hukuksal söylev; belli bir dinleyici kitlesini geleceğe ilişkin belli eylemlerin olabilirliği konusunda ikna eden siyasal söylev; şimdiye ilişkin bir konuyu ya da kişiyi övmeye ya da yermeye kışkırtan Serimleme söylevi. Oysa felsefe her yerde her zaman geçerli olabilecek ‘öncesiz sonrasız’ sorunları konu edinir. Retorik, mantık gibi tasım (sullogismos: kıyas) kullanarak belirsizliği ortadan kaldırır ve Helenistik dönemde felsefeye hazırlayıcı eğitimin temel taşı olarak inceden inceye işlenir.
Siyaset her zaman retoriğin ayrıcalıklı alanlarından birini oluşturmuştur ama bunun için tartışmanın en azından ilke olarak serbest olduğu demokratik bir rejim gerekir. Yine de retoriğin en yoğun olduğu yer genel tartışma alanı değil, oy toplama siyasetine yönelik kaygılardır.
Siyasette doğru olandan ya da hukukta ortak çıkara yararlı olandan söz edilir ve bunlar retorik sorular kuramını savunabilmeyi güçleştirirler.
Retorikle ben, başkaları ve dünya bir sorgulamada, öteki dinleyici, yargıç ve muhatap; cevap verme ve tartışma konumundadır. Atina’nın siyasi durumuyla bağlantılı olarak, 5. yüzyılda devlet adamları arasında önemli hatiplere rastlıyoruz. Bu şahıslar halk üzerindeki nüfuzlarını büyük ölçüde konuşmalarının gücüne borçludurlar. Bunlar arasında en önemlisi Perikles’tir. Fakat ne yazık ki söylevleri yazılı değildir. Sadece Thukydides’in eserindeki söylevi sayesinde hitabeti hakkında fikir elde edebiliyoruz.
Avrupa tarihi boyunca da retorik kendisini toplum önünde ve özellikle siyasal mahkemelerde ikna etme yolu olarak göstermiştir.
Retoriğin, yönetimin halka açık olduğu ve demokrasiyle yönetilen toplumlarda özgürce konuşabilme hakkıyla geliştiği söylenir. 16-18. yüzyıllarda ise retorik yalnızca deyişe indirgenmiştir. Bugün bile retorik denince akla gelen belagat, güzel konuşma sanatıdır.
Atinalı on hatip bir listede toplanmışlardır. Bu hatiplerin isimleri M. Hadas’a göre şunlardır: Antiphon, Andokides, Lysias, İsokrates, İsaios, Lykourgos, Hypereides, Aiskhines, Deinarkhos, Demosthenes.
Attika Hitabeti Demetrikos’la hatta Demosthenes’in ölümüyle sona erer. Bu durum yalnızca hatiplere değil, siyasi ortama da bağlıdır. Çünkü Atina demokrasisi sırasındaki siyasal mücadeleler sayesinde güçlenen hitabet, demokrasi ortamının ortadan kalkması ve özgürlüklerin son bulmasıyla yok olmaya mahkûm olur.
Attika döneminin sonunda yalnızca hitabet parlaklığını kaybetmekle kalmaz; Yunan edebiyatının bütün türleri için bir gerileme devri başlar. Bu zamana kadar yaratıcı ve özgün eserler yaratılırken, Demosthenes’ten sonra birkaç istisna hariç bu özelliğin kaybolduğunu ve yalnız taklit niteliğinde eserler meydana geldiğini görüyoruz.
İslam mantıkçılarına göre, mantıkta beş sanattan biridir:
Arapça'da “bir topluluğa hitap etmek” anlamına gelen hatâbe (hatâbet), mantık ve kelâm terimi olarak “zanniyyât veya makbûlâttan oluşan kıyas” diye tanımlanır. Zarurî bilgi ifade eden kesin aklî delilleri (burhan) anlamaktan âciz olan halk kitlelerini ikna etmek amacıyla kurulan hatâbî kıyaslar, insanların çoğunluğu veya bir bölümü tarafından kabul edilen hükümlere ve söylediklerinin doğru olduğu düşünülen âlimlerle mürşidlerin sözlerine dayanan öncüllerden oluşur. Aristo’nun mantığa dair eserlerinin Arapçaya tercüme edilmesiyle İslâm kültürüne intikal eden hatâbe, daha çok halkı hem dinî hem dünyevî konularda faydalı işler yapmaya ve zararlı işlerden uzaklaştırmaya teşvik etmek için hatiplerin geliştirdikleri delillerden ibaret kabul edilir.