Type a search term to find related articles by LIMS subject matter experts gathered from the most trusted and dynamic collaboration tools in the laboratory informatics industry.
Karen Horney | |
---|---|
Tam adı | Karen Horney |
Doğumu | 16 Eylül 1885 Hamburg, Almanya |
Ölümü | 4 Aralık 1952 (67 yaşında) |
Okulu | Berlin Tıp Fakültesi Berlin Psikanaliz Enstitüsü New York Psikanaliz Enstitüsü |
İlgi alanları | Feminizm |
Karen Horney (16 Eylül 1885, Hamburg - 4 Aralık 1952, New York), Alman kökenli Amerikalı psikanalist. Neo-Freudyen bir ekol olan “ego psikolojisinin” temsilcisi olmuştur (Okuma günlükleri: çağımızın nevrotik kişiliği, 2011).[1] Freud'dan farklı olarak kişiliğin ve nevrozun oluşumunda biyolojinin ve dürtüsel güçlerin etkilerinden çok kültürel etmenler üzerinde durur.
Babası, dindar ve katı mizaçlı, erkeklerin kadınlara göre üstün olduğunu düşünen Norveçli bir gemi kaptanı idi. Mesleği sebebiyle karşılaştığı farklı kültürleri Karen'a anlatırdı ve bunun Karen üzerinde ileride büyük etkisi olacaktı. Mutsuz bir evlilik geçirmiş olan annesi ise bunu açıkça Horney'e anlatırdı. Karen'ın çocukluğu ailesinin ona karşı tutumu nedeniyle pek iyi geçmemişti. Annesi ve babası abisini kayırıp Karen'ın görünüşü ve zekasını küçümserdi. Bu sebeple Horney'de değersizlik, aşağılık, düşmanlık duyguları ortaya çıkmıştı. Bu sevgisizlik Horney'in ileride oluşturacağı temel anksiyete kuramına temel oluşturacaktı. Babasının engellemelerine rağmen Karen, annesi sayesinde üniversiteye gidebildi (Schultz, 2007, böl. 14).[2]Berlin Üniversitelerinde tıp eğitimini 1913 yılında tamamlamıştır. 1914-1918 yılları arasında Berlin Psikanaliz Enstitüsü'nde muhafazakâr psikanaliz eğitimi alarak 1920 ile 1932 yılları arasında enstitüde eğitmenlik yaptı. Yaptığı evlilikten 3 kız çocuğuna sahip olmasına rağmen mutsuz evliliği nedeniyle evlilik dışı ilişkiler yaşadı ve ağır bir depresyon sonucu 1927'de boşandı. Bu ilişkilerinden en önemli ve uzun olanı Erich Fromm (1900-1980) ile olan ilişkisiydi. 1932 yılında Chicago Psikanaliz Enstitüsünün yardımcı üyesi olarak Amerika'ya göç etti. Pek çok Alman Yahudisinin göç etmesiyle entelektüel bir kimlik kazanan Brooklyn'de Erich Fromm ve Harry Stack Sullivan gibi önemli psikoterapistlerle tanıştı. 1934'ten 1941 yılına kadar New York Psikanaliz Enstitüsü'nde eğitmen statüsünde çalıştı. Kuruluşuna katkıda bulunduğu Amerikan Psikanaliz Enstitüsü’nde dekanlık görevinde bulunduktan sonra New York Medical Kolej’den profesör oldu. 1952'de yaşamı son buldu.
Karen Horney'e göre nevroz, nevrotik bireylerde kişiler arası ilişkileri kontrol etme ve başa çıkma çabalarının sonucunda meydana gelir (Koçak, S., çev., 2003).[3] Bu tür stratejiler sıradan insanlarda da nevrotik insanlarda da çabalar olmasına rağmen nevrotik tipler bu stratejilerden kendilerine yakın olanı hayat boyu ve her alanda fazlasıyla kullanırlar. Horney'e (1991) göre, sağlıklı çabalarla nevrotik itkiler arasındaki temel fark, bunları güdülendiren güçlerde yatmaktadır. Sağlıklı çabalar, var olan potansiyelleri geliştirmeye yönelik, insanlarda yapısal olan bir eğilimden kaynaklanmaktadır.
Temel anksiyete çocukluk çağında ebeveyn-çocuk ilişkisinden kaynaklanır (Schultz, 2007, böl. 14).[2] Horney'e göre bir çocuğun çevresindeki insanların, çocuğu sevemeyecek, onun da kendi başına bir birey olamayacağını kabul edemeyecek kadar kendi nevrozlarına kapıldıkları gerçeğiyle karşılaşırız. Bu insanların çocuğa yönelik tutum ve davranışları kendi nevrotik ihtiyaçları ve tepkileri tarafından belirlenmiştir. Sonuç olarak çocuk ait olma duygusunu geliştiremez. Bunun yerine Horney'in temel kaygı dediği derin bir güvensizlik duygusu ve belirsiz bir kaygı geliştirir (Budak, S., çev., 1991).[4] Bu kaygı ve güvensizlikle başa çıkabilmek için çocuklar çeşitli davranış stratejileri geliştirirler ve bu stratejiler kişiliklerinin değişmez parçası olur (Schultz, 2007, böl. 14).[2]
Çatışmalarda nevrozlar sıklıkla görülür ama nevrotikler bu çatışmaları reddederler. Bu çatışmaları anlamak için çatışmaların bazı belirtileri gözlemlenir. Bu gözlemlenen belirtiler de yorgunluk ve tutarsızlıktır. Bu belirtiler sağlıklı bir insanda da görülebilir fakat nevrotiklerde sıkça ve yüksek düzeyde gözlemlenir. Örneğin çocuklarını çok sevdiğini sık sık söyleyen bir annenin çocuklarının doğum gününü unutması tutarsızlığın bir belirtisidir. Çatışmaların temel kaynağı bencil itkilerimizle yasaklayıcı bilincimiz aramızdaki çatışmadır. Yani arzular ve korkular çatışır. Çatışmalar çocukluk çağından itibaren çocuğun çevresindeki rahatsız edici uyarıcılarla baş etmeye çalışmasıyla ortaya çıkar (Budak, S., çev., 1991).[4] Bu çocuklar aile dışındaki bireylerle de iletişim kurarken bu stratejileri kullanırlar ve yetişkin olduklarında da bu davranış örüntüleri devam eder. Aslında bu nevrotik bireyler sosyal ilişkilerin bir kaygı kaynağı olduklarını öğrenmişlerdir çünkü kısa vadede kaygıyı azaltır bu stratejiler (Burger, 2006, böl. 5).[5] Çocuğun bu baş etme stratejilerini Karen Horney 3 başlık altında toplamıştır:
•İnsanlara yönelen tip (itaatkâr, uysal tip)
•Saldırgan tip (insanlara karşı)
•Kopuk tip (insanlardan uzaklaşan)
Bu insanlar sevecenlik ve onaylanma ihtiyacı hissederler. Bir arkadaş, sevgili ve eş arayışındadırlar. Her bir arayışta yakınlık ve ait olma arzusu vardır. Bunlar zorlanımlı ihtiyaçlardır. Sevecenliğe dair bu arayışları normal gözükse de aslında bu arayışları çaresizlikten kurtulup güvenmeye yönelik doyumsuz dürtülerdir. Bu dürtülerin peşinde sürekli koşma durumundadırlar. Özgecil davranışları karşısında diğerlerinden pek bir şey istemez, başkalarının kendilerinden bekledikleri şeyleri körü körüne onlara veren insan hâline gelirler. Her olayda kendilerini suçlarlar ve sürekli özür dileme potansiyellerindedirler (Budak, S., çev., 1991).[6] Nevrotik kişinin ihtiyaçları ve etrafındaki insanlara yönelik beklentileri onu bu insanlara daha büyük bir bağımlılık geliştirmeye iter. Kişi sevgi, koruma, destek, sevecenlik, yakınlık isteğindedir. Nevrotik bağımlı kişiler karşısındaki insanı kaybetme korkusuyla yüz yüze kaldığı zaman hatayı kendinde arar. Bu yüzden daha sevgi dolu ve anlayışlı olması gerektiğini düşünür. Nevrotik insan her şeye dayanabilmeli, herkesten hoşlanmalı, annesini, babasını, ülkesini sevmeli ya da hiç kimseye hiçbir zaman kırılmamalı, her zaman rahat ve sakin olmalıdır. Asla yorulmamalı, hasta olmamalıdır. Düşünceleri bu denli katıdır (Budak, S., çev., 1991).[4] Kendini koşulsuz adadığı insan onu asla terk etmemeli, nevrotik bunun için her şeyi yapmalıdır zira tek başına çaresiz ve zayıftır. Kendi niteliklerini küçümserler ve aşağılık duygusu geliştirirler. Bir başkasını kendisinden hep daha güçlü olduğunu düşünürler. İnsanlara yönelmiş nevrotiklerin öz saygısı başkalarının onları onaylayıp onaylamamalarına göre artar veya azalır. Sevgi nevrotik için hayatında ulaşmak istediği tek amaç olarak görünür. Çatışmaları gerçek manada çözülmedikçe sevgi ihtiyacı ve onu birinden almaya yönelik sonsuz ihtiyacı asla geçmeyecektir. Onun için sevmek, kendini şu veya bu ölçüde esirme duyguları içinde yitirmek, bu duygulara gömülmek, bir başka insanla bütünleşip onun içinde erimek, kendinde bulamadığı bir birlik bulmak anlamına gelir. Bu tip için sevgi eşsiz bir değere sahip olduğundan, öz değerlendirmesini belirleyen etkenler arasında sevilebilir olma ilk sırayı alır (Budak, S., çev., 1991).[4]
İnsanlara karşı yönelimde olan saldırgan tip diğerlerinin düşman olduğuna inanır. Bu saldırgan tip her zaman güçlü olmaya veya en azından öyle gözükmeye çalışır. Başkalarından üstün olmak ve güç kazanmak ihtiyacındadırlar. Hayatına alacağı diğerlerine bunlardan nasıl yararlanırım, beni ne kadar güçlü gösterirler, karşısındaki ne kadar başarılı ve saygın biri ona dikkat ederler. Korkularını kabul etmekten kaçarlar ve bu korkularının üstlerine giderler. Insanlara yönelmiş uysal tipin aksine kazanmak için kavgaya tutuşan, zafer isteyen insanlardır. Sürekli zafer kazanmak istediği için buna yönelik gerekli becerileri kazanmaya çalışırlar. Uysal ve saldırgan tipler birbirlerine göre polar uçlardır. Birine hoş gelen diğerine iğrenç gelebilir. Biri herkesle anlaşmak ister, diğeri herkesi potansiyel düşman olarak görür. Bu seçimler özgürce yapılmayan içsel zorlanımlardır ve esnek değildirler (Budak, S., çev., 1991).[6]
Temel çatışmanın bir diğer yönü de coşkusal yalıtıma, insanlardan uzaklaşmaya duyulan ihtiyaçtır. Arada sırada yalnız kalma isteği her insanda oluşabilir. Ama nevrotiklerde diğerleriyle bir arada olmak onlar için bir gerilim kaynağıdır. Bu tip insanlar yaşamda genelde seyirci konumundadırlar. İster sevgi, ister kavga ister herhangi bir iş birliği, rekabet, coşkusal bir durum yaratacak her durumdan kaçmak isterler. Hiçbir şeye fazla önem vermeden, bir başkasına bağlanmadan sadece kendileri başarılı olmak isterler. Haz aldıkları şeyler bile bağlılık gerektiriyorsa onlardan vazgeçerler. Kendilerine keskin sınırlandırmalar koyabilirler. Hayatlarını gizli yaşamayı severler. Uysal tipin aksine paylaşımı sevmezler. Bu aşırı bağımsızlık ihtiyacı zorlanımlı bir ihtiyaçtır. Kendisinden bir şeyler beklenmesi, zamanında bir yerlere yetişmesi gerekmesi gibi durumlar onları rahatsız eder. Geleneksel değerlerden, doğum günlerinde alınacak hediyelerden hoşlanmazlar. Çünkü bunlar onlar için birer beklentidir. Üstünlük çabası diğer nevrotikler gibi onlarda da vardır. Ama bu üstünlüğü hiçbir çaba olmaksızın gelip birilerinin fark etmesini isterler. Kendini eşsiz bir varlık olarak düşleyebilirler. Bağlılık gerektiren her durum onu coşkusal olarak geri iter. Terapistlere göre nevrotiğin herhangi bir bağlanma durumu nevrotikte sinir krizlerine neden olabilir. Sonuç olarak diğer nevrotiklerde de olduğu gibi yalıtılmaya ihtiyaç duyan nevrotikler de bu ihtiyacı karşılandığında kendini güvende hisseder. Aksi bir durumda kaygıları artar (Budak, S., çev., 1991). Gurur sistemi her şeyden önce nevrotik bireyi benmerkezcil- yaparak onu diğer insanlardan uzaklaştırır. Şu belirtilmelidir ki; benmerkezcilikle bir insanın sadece kendi çıkarlarını düşünmesi anlamındaki bencilliği ya da kendini beğenmişliği söz konusu değildir. Nevrotik insan kendini bütünüyle kendine kaptırmış olması anlamında her zaman benmerkezcidir. Birey için verdiği uğraşa duyduğu ilginin hiçbir önemi olmadığından, içinde bulunduğu ortam gerektirsin ya da gerektirmesin; sahip olduğu beceriler her konuda en büyük olabilmesi için yeterli olsun ya da olmasın o ilginin ve beğeninin merkezi olmalıdır. Gerçek nerede gizli olursa olsun, o her tartışmadan zaferle çıkmalıdır (Budak, S., çev., 1991).[4]
İdeal benlik nevrotik insan için kendi gerçek kimliklerini sakladıkları bir maskedir. Bu nevrotikler kendi içlerindeki çatışmaların farkında değildirler. Nevrotikler ideal benliklerinin etkisiyle kendilerini olduklarından daha üstün görürler (Schultz, 2007, böl. 14).[2] Çeşitli yönleriyle kendini idealleştirme Horney'in kapsamlı nevrotik çözüm dediği şeydir. Yani sadece belli bir çatışmanın çözümü değil aynı zamanda örtülü olarak ortaya çıkan ihtiyaçların tamamını doyurmayı da vadeden bir çözümdür. Kendini idealleştirme kişinin sonraki gelişimi üzerinde mutlaka çok geniş kapsamlı bir etki yaratacaktır (Budak, S., çev., 1991).[4]
Karen Horney kadın psikolojisi üzerine düşündüklerini Freud’ un kadın üzerine düşüncelerini eleştirerek belirtmiştir. Freud kadının içinde bulunan erkeksi özelliklerin veya erkeğin içinde bulunan kadınsı özelliklerin biseksüellik eğiliminden kaynaklandığına inanıyordu. Ona göre kız çocuklarının gelişimindeki en önemli olay kızların penise sahip olmayışlarını keşfetmesiydi. Buna kanıt olarak da kızların penise sahip olma dileklerini dile getirmeleri, ergenlikten önce erkeksi davranışlar sergilemeleri ve yetişkin kadınların rüyalarında penis ve onun sembollerini gördüklerini gösteriyordu. Horney’ e göre bunlar yeterli kanıtlar değildi; kadınlarda penis sahibi olma arzusunun yerini göğüs sahibi olmak alabilirdi, erkeksi davranışlar sergilemek içinde bulunulan kültürde değer görülüyor olabilirdi ve rüyalardaki sembollerin nevrotik kadınlarda olmasının yanında nevrotik erkeklerin de özelliği olabilirdi (Budak, S., çev., 1994). Horney, Freud' un kadınları küçümseyen penis kıskançlığına rahim kıskançlığı kavramı ile karşılık verdi. Rahim kıskançlığı; kadınlardaki kutsal çocuk doğurma yeteneğinin erkeklerde olmayışının yarattığı kıskançlıktır. Horney' e göre erkeklerin de kadınların da karşı taraf tarafından beğeni duyulan özellikleri vardır. Fakat erkekler çocuk doğurma yeteneklerinin olmaması nedeniyle diğer alanlarda başarılı olarak bu durumu dengelemeye çalışırlar (Burger, 2006, böl. 5).[5] Ayrıca Freud kadınlıkla mazoşizm arasında gizli bir ilişki olduğunu ve kadındaki temel korkunun sevgiyi kaybetme korkusu olduğunu söyler. Bu korkunun da erkekteki iğdiş edilme (hadım edilme) korkusuna karşılık geldiğini savunur. Karen Horney' e (1994) göre “mazoşistik eğilimler başkalarına duygusal bağımlılık anlamına geldiği ve mazoşizmde kaygıya karşı güvence bulmanın temel yolunun sevecenlik kazanmak olduğu ölçüde, sevgiyi kaybetme korkusu özgün bir mazoşistik özelliktir” (s. 95). Ona göre mazoşizm bireyler arası çatışmaların bir sonucudur, kadına özgü değildir. Bir kültürün etkilediği kadınlarda o kültüre dayalı mazoşizm eğilimlerinin var olup olmadığı önemlidir. Bazı kültürlerde kadınların sevgiye değer vermesi ve sevgiyi kaybetmekten erkeklerden daha fazla korkması için gerçekçi nedenler vardır (Budak, S., çev., 1994).[7] Ayrıca bu kültürel etki ve beraberinde gelen çevresel etkilerin Freud'un gözlemlerini ve yazılarını etkileyerek onun kadınları ikinci sınıf insanlar olarak görmesine neden olmuştur. Eğer Freud' un döneminde yaşayan bir kadın erkek olmayı dilemiş ise bunun nedeni kültür tarafından maruz bırakılan kısıtlamalardır. Özgür bir toplumda bireyler kendi özelliklerinden memnun olabilirler.
Çeşitli olumsuz etkilerin birleşimi sonucunda çocuğun kendisini ortaya koyması engellenir ve çocuğun sosyal çevreden öğrendiği şey, dünyanın düşmanlıkla dolu olduğu düşüncesidir. Çocuk bu koşullarla başa çıkmanın yolunu nevrotik eğilimleri geliştirerek bulur. Bunlardan biri standartlara uyumdur. Bu Freud'un superego kavramına karşılık gelir. Diğeri başkalarına bağımlı olmadır ki bunlar mazoşizm eğilimleridir. Bir diğeri ise kendini büyük görme olarak adlandırılan narsisizmdir. Horney'e göre kısaca narsisist "kendine aşık olan kişi" olarak tanımlanabilir. Narsisizmde insanın gerçekten sahip olduğu özelliğe değer vermesi veya başkalarının buna değer vermesinden hoşlanması değil, kendini aşırı ölçüde önemli görme ve başkalarından aşırı hayranlık bekleme eğilimi vardır. Bu ikisi her zaman vardır fakat bazı tiplerde ikisinden biri ağır basabilir. İnsanların kendi kendini abartma ihtiyacına en büyük katkıyı çocuğun başkalarına yabancılaşması sağlar. Çünkü narsisist eğilimli kişiler hem kendine hem başkalarına yabancılaştığından kendilerini de başkalarını da sevmezler. Narsisistik eğilimleri pekiştiren üç davranış örüntüsü vardır:
1.Üretkensizlik
2. Dünyanın ona borçlu olduğu şeyler konusunda aşırı beklentilerin gelişmesi
3.İnsan ilişkilerindeki zayıflama
Freud bu eğilimlerin sıklığını biyolojik kökenlere bağlasa da Horney burada kültürel faktörleri öne sürer. Kültürümüz narsisist eğilimlere katkı sağlayan, insanlar arasındaki korku ve düşmanca gerilimleri yaratarak insanları yabancılaştırmayı sağlayan etkinliklerin olduğunu söyler (Budak, S., çev., 1994).[8]
Karen Horney "Çağımızın Nevrotik İnsanı" (1937) adlı yapıtında mazoşist kişilik özelliklerinin bir tanımını sunar. Mazoşizm nevrotik bir acıdır. Ona göre acı çekmekten yararlanmak; kişinin benliğini zayıflatan, mutsuz olmaya eğilimli kılan bir dürtüdür. Horney bu tanımı yaparken bu tür eğilimleri biyolojik bir varsayıma dayandırmaz, yalnızca psikolojik olarak açıklar (Yavuzer, 2013).
Mazoşistik kişilik eğilimleri iki ana davranış örüntüsü içerir. Bunlardan birincisi çekici olamama, önemsiz, etkisiz, değersiz olma duygularına neden olan öz-küçümseme eğilimidir. Kişi yeteneksizliklerini abartır. Bu kişiler silik olma ve köşeye sıkışma eğilimi gösteren kişilerdir. İkinci eğilim ise doyumsuz bir sevecenlik ve ilgi açlığına neden olan asalakça yapıdaki kişisel bağımlılıktır (Budak, S., çev., 1994).[8] Fromm’a (1941) göre, mazoşist dürtü eğilimli insan özgüveni olmadığından, temel çaresizlik duygularıyla isteklerini dile getirme becerisini hemen hemen kaybetmiş durumdadır. Abartılmış acı yaşayarak bundan kurtulmaya çalışır, çünkü bu acının uyuşturucu etkisi vardır. Acılara gömülme yolu ile sevgi elde etme, kişinin kendini daha büyük bir şey içinde yitirmesi, bireyselliğinin çözülmesi ve kuşkuları, kaygıları benliğinden bu şekilde uzaklaştırması ile doyuma ulaşır. Horney, bu açıklamalarıyla mazoşist dürtülerin asıl kaynağının kişilik çatışmaları olduğunu gösterir. (Yavuzer, 2013)[9]
Karen Horney nevroz kavramına olağanın dışında bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Nevrozu sadece bireyin kendi biyolojik özellikleri ile değil, kültürel ve çevresel faktörlerin de etkili olduğu bir bakış açısıyla tanımlamıştır. Anne ve babasından yeterince sevgi almamış bir çocuğun nevrotik kişilik geliştireceğine inanır. Yeterince sevgi almayan çocuk, bu eksiklik ve doyumu hayatta aramaya başlar. Aramakta olduğu bu sevgi duygusunun yerine başka duygular yerleştirir, saldırganlık ve cinsellik gibi. Bazı kültürlerin etkisiyle kişi bu duyguları baskılamak zorunda kalır; yoksa ayıplanır, aşağılanır, kişi kendini suçlu hisseder. Bu nedenden dolayı kendini baskılayan bireyde kaygı oluşmaya başlar. Temel kaygı duygusu kişinin kendisinin yetersiz olduğu ve bu eksikliğinin farkında olmasıdır. Kişi kendisine karşı hissettiği bu güvensizliği başkalarında aramaya başlar ve diğerleriyle güven ilişkisi kuramadığında kendisiyle çatışmaya girer ve tekrar kaygı oluşturur. Bu kaygı ne kadar güçlü olursa kişinin geliştireceği savunma mekanizması da o kadar güçlü olur. Bu savunma mekanizmaları her kültürde farklı yapılanma gösterir. Karen'in yaptığı nevrotik açıklama kültürel ögeleri içinde barındırır (Koçak, S., çev., 2003).[3] Horney (1937), nevrotikleri “öyle görülüyor ki, kültürel olarak belirlenmiş güçlükleri şiddetli bir şekilde hisseden kimseler, bunun sonucu olarak da güçlüklerin içinden çıkamayanlar ya da kişiliklerinden çok şey yitirerek çıkabilenler, büyük olasıkla nevrotiklerdir" (Soygür, s.1). Bu açıklamayı yapmasının nedeni kişinin sergilediği davranışların ve tutumların içinde olduğu kültüre göre anlam kazanacağı ve o kültüre göre normal olup olmadığını hakkında bilginin kültürel ögelerden alınabileceğidir. Örneğin bazı kültürlerün şizofreniyi bir hastalık değil de bir üstünlük olarak görmesi buna güzel bir örnektir. Normallik kavramı yalnızca kültürden kültüre değil, içinde bulunan zamana göre de değişir. Tutum ve davranışlar her kültür yapısı içinde farklı şekillenirler ve bu şekillenmeler nevrozu anlamamızda bize yol gösterirler. Yani kısacası nevrozu kültür içindeki kalıplardan sapmış davranışlar ve tutumlar bize açıklar (Koçak, S., çev., 2003).[3]
Karen Horney'e göre psikanalitik terapinin birçok tanımlama yolu bulunur. Bu terapiler her ne olursa olsun insanın gelişiminin ilerlediği yanlış yolu iyileştiremez fakat gelişimin daha yapıcı yola girmesi için güçlüklerin yenilmesi konusunda yardımcı olabilir. Terapi sürecinin güçlüklerine ilişkin değerlendirme yapmak için terapi süreci hasta açısından değerlendirilmelidir. Kişi kendine ilişkin yanılmasadan ve var olan çatışmalarıyla yüzleştiği zaman gerçek potansiyelini bulma fırsatına sahip olacaktır. Analitik terapi yolu, insanlık tarihi boyunca savunulmuş eski bir yoldur. Bu konudaki özgün olan Freud'un öz bilgi kazanma yöntemidir. Analist kişinin kendi içinde işleyen köstekleyici güçlerin yok edilmesi, yapıcı olanların harekete geçmesi ve kişinin bunların farkına varması için yardım eder. Olası ruhsal karmaşalara ilişkin her bilgi, herkese kendi sorunlarını gün yüzüne çıkarması için olanak sağlar. Bu ruhsal karmaşalar; ün arayışı, hak istekleri, iç buyruklar, gurur, kendine yabancılaşma, çatışmalardır. Analist hastanın bunlar hakkında bilincine varması için çaba sarf eder. Hasta ayrıca bu etkenlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin da farkında olmalıdır. Hastanın ruhsal yapısında başından beri işleyen iyileştirici güçler bulunur. Analizin başında bunlar cılız bir yapıya sahiptir fakat hasta analisti etkileyebilmek için olduğundan çok hevesli davranabilir. Analist bunları analizin nesnesi yapmak için uygun zamanı kollamalıdır. Analitik çalışmada yapılması gereken gerçek özü harekete geçirmektir ve bu tür girişimlerin anlamlılığı hastanın ilgisine bağlıdır. Bu işlem için başlangıçta en büyük yardım hastanın rüyalarından gelir. Horney' e (1991) göre, “rüyalarımızda, kendimize ilişkin gerçekliğe daha yakın oluruz; rüyalar, sağlıklı ya da nevrotik bir yoldan çatışmalarımızı çözümleme girişimlerimize karşılık gelir” (s. 431). Analist sembolik olarak anlatılan şeyi anlaması için hastaya yardım edecek günlük yaşamda hissetmeye cesaret edemediği duyguları rüyalarında dile getirmesinin önemini vurgulayacaktır (Budak, S., çev., 1991). Nevroz kişinin arayışlarında ve tepkilerinde katılık yarattığı için kişinin normal gelişimini engeller ve baş edemediği çatışmaların içine düşürür. Bu yüzden analizin amacı kişinin yaşamını risk ve çatışmalardan kurtarmak değil kişinin kendi sorunlarını kendi başına çözebilecek beceriyi kazandırmaktır (Budak, S., çev., 1994). Horney'in psikanalitik terapiye bakışını anlayabilmek için kendi örneğinden yararlanabiliriz; Bilim size köpeğinizi nasıl tanıyacağınızı öğretemez; ancak size genelde köpekler konusunda bir şeyler anlatabilir. Köpeğinizi ancak huysuz olduğu dönemlerde onu besleyerek, ona evin içinde nasıl davranacağını ve sizinle nasıl top oynayacağını öğretirken tanıyabilirsiniz. Elbette köpeğinizi daha iyi tanımak için bilimin size genelde köpekler konusunda verdiği bilgiden yararlanabilirisiniz. (Budak, S., çev., 1991, s.422).
•Karen ve Freud erken çocukluk dönemine önem verirler fakat bu konuya bakış açıları farklıdır. Freud çocukluk yaşantısı ile yetişkin yaşantısı arasında determinist (belilemeci) bir yaklaşıma sahipken Horney etkili faktörlerin çoklu etkisi nedeniyle böyle bir determinist yaklaşıma sahip değildir.
•Freud bozuk davranışlara biyolojik kökenli faktörlerin neden olduğunu düşünürken, Horney bozuk davranışlarda aile içi sorunlardan kaynaklı sosyokültürel etkenlerin etkili olduğunu düşünmüştür.
•Freud içgüdülere motivasyon kaynağı olarak görürken Horney ise çocuğun güven duygusu ve doyum ile ilgili konulara vurgu yapar.
•Freud egoyu benliğin vazgeçilmez parçası olarak görürken Horney egoyu sadece nevrotik tiplerde ele alır.
•Freud ve Horney bilinçdışına yönelir fakat Horney temel düşmanlığı bastırabiliriz diye düşünür.
•Freud'a göre çatışma evrenseldir ve çözülemezken Karen'a göre çatışma ortaya çıkarılırsa çözülmesi mümkündür.
•Karen horney kültür konusuna önemli vurgu yapmaktadır; Freud'da ise bunu görememekteyiz (Burger, 2006, böl. 5).).[2]
•Freud için libido teorisi temel dayanaklarından biridir ve haz ilkesine göre çalışır; buna rağmen Horney güvenlik ve doyum ihtiyacından kaynaklandığını söyler. Ayrıca Freud libido teorisine dayanan Oedipus kompleksinin evrensel olduğuna vurgu yaparken Horney yetiştirme tarzı ve kültür üzerinde durur (Budak, S., çev., 1994).[8]