Type a search term to find related articles by LIMS subject matter experts gathered from the most trusted and dynamic collaboration tools in the laboratory informatics industry.
Makale serilerinden |
İlişkiler (Ana hat) |
---|
Ebeveyn kavramı, temel anlamda çocuğa bakım vermekle sorumlu olan biyolojik ya da evlat edinen anne ve/veya babayı kapsamaktadır.[1]
Uzun yıllar aile kavramı geleneksel bakış açısıyla, evli heteroseksüel bir çift ve onların biyolojik çocuklarını ifade etmek için kullanılmıştır fakat toplumsal ve kültürel düzeyde yaşanan değişiklikler hem aile yapısını değiştirmiş hem de ebeveynlik tanımlarını farklılaştırmıştır.[2] Evli, hiç evlenmemiş veya boşanmış biyolojik ya da evlat edinen anneler ve babalar temel bakım verenler olarak nitelendirilmektedir ancak kardeşler, büyükanneler, büyükbabalar ya da aile içinden olmayan diğer bakım verenler çocuğun bakımını sorumluluk edindiklerinde onların da ebeveynlikleri çok önemli hale gelmektedir.[1]
Ebeveyn tutumları ile ilgili de birçok çalışma yapılmış ve bu çalışmalar ebeveynlik davranışlarının etkilerini anlamlandırmada oldukça etkili olmuştur. Ebeveyn tutum çalışmalarının öncü isimlerinden biri olan Baumrind (1971),[3] ebeveynlik stilleri modelini üç ebeveyn tutumuyla tanımlamıştır: Otoriter, izin verici ve demokratik tutum.
Maccoby ve Martin 1983 yılında Baumrind'in[4] çalışmalarından yola çıkarak yaptıkları sınıflamada bu üç tutuma ek olarak izin verici ebeveynliğin bir alt tipi olan ihmalkâr tutumu ortaya koymuşlardır.[5] Yapılan araştırma sonuçlarına göre demokratik tutum çocuğun gelişiminde olumlu bilişsel, duygusal ve sosyal sonuçlar doğurmaktadır.[4] Ebeveynin çocuğuna karşı sıcak ve destekleyici davranışlarının, çocuğun saldırgan davranışlarını kontrol etmesini sağladığı saptanmıştır.[6] Sosyal yaşamda ve okulda uyum ile pozitif ilişkili olduğu görülmüştür.[4] Otoriter ebeveynlik, düşük girişkenlik düzeyi ve saldırgan davranış ile pozitif; akran kabulü, sosyallik yeteneği ve okulda akademik başarı ile negatif ilişkili bulunmuştur.[5] Otoriter tutumunun çocukta yüksek kaygı düzeyi ve davranış problemleriyle sonuçlandığı görülmüştür.[4][6] Tanımlanan dört ebeveynlik tutumu ise şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
Baumrind tarafından tanımlanan ikinci bir ana-baba tutumu, demokratik tutumdur. Otoriter ebeveynler gibi, demokratik ebeveynlik tarzına sahip ebeveynler, çocuklarının izlemesi beklenen kurallar ve yönergeler oluşturur.[5] Ancak, bu ebeveynlik tarzı çok daha demokratiktir. Demokratik tutum yol göstermekle birlikte bireyselliği destekler. Aileler sorun odaklı ve mantıklı bir şekilde çocuğun etkinliklerine rehberlik etmektedirler.[7] Demokratik ebeveynler çocuklarına duyarlıdır ve soruları dinlemeye isteklidir. Bu ebeveynler de çocuklarından çok şey beklerler ancak çocuklar beklentileri karşılamada başarısız olurlarsa, ebeveynler ceza vermek yerine daha ilgili ve bağışlayıcı olmaktadır.[4] Bu ebeveynler sıcaklık, geri bildirim ve yeterli destek sağlayarak çocuklarının bağımsızlık, öz kontrol ve öz düzenleme gibi beceriler geliştirmelerine yardımcı olmaktadırlar.[4][6]
Baumrind tarafından tanıtılan üç ana stile ek olarak, psikolog Eleanor Maccoby ve John Martin, ihmalkâr ebeveynlik olarak bilinen dördüncü bir tarz önermiştir.[5] İhmalkar tutumda çocuğa hiç kontrol uygulanmadığı gibi sevgi ve ilgi de gösterilmez.[8] Bu gruba giren ebeveynler genellikle hoşgörü ile boş vermeyi birbirine karıştırır, çocuklarına hiç karışmaz, onlardan hiçbir şey istemez, onların istek ve gereklerine ise çok az yanıt verirler. Bu ebeveynler çocuklarını hiçbir şekilde denetlemez, davranışlarına sınırlama getirmezler.[3][4][5] Bu tutum çocuğun sağlık hizmetlerini aksatarak çocuğun aslında istenmediğini hissettirmek ve çocuğa karşı düşmanca tutumlar beslemek olarak tarif edilebilir.[3][4][5] Bu tip ailelerde yetişen çocuklarda kendisinden daha zayıf olanı ezme, tüm çevresine karşı nefret besleme, kimseye güvenememe, çevresindekilere düşmanca tutum sergileme düşüncelerine sahip olabilmektedirler.[9]
Baumrind tarafından tanımlanan son tarz, müsamahakar ebeveynlik tarzı olarak bilinen ebeveynlik tutumudur. Bu ebeveyn tutumunda çocuk sıcak bir ilgi ve kabul görmesine rağmen, çocuğa sınırlama getirme veya çocuğun kontrolü konularında bir eksiklik söz konusudur ve bu durum çocuğa sınırsız özgürlük verilmesine olanak tanımaktadır.[4] Bazen hoşgörülü ebeveynler olarak adlandırılan müsamahakar ebeveynler, çocuklarından çok az talepte bulunurlar.[6] Müsamahakar ebeveynler genellikle çocuklarıyla daha çok anne ya da baba rolünde değil kendilerini arkadaş olarak tanımlarlar.[4] Bu gevşek veya tutarsız bir disiplin yaklaşımıyla çocuğun genelde istenmeyen davranışları görmezden gelinmektedir.[10] Cezadan kesinlikle kaçınmakta ve zaman zaman da hoşgörü adı altında çocukları ihmal edilmektedirler.[7] İhmal edilen bu çocuklar eleştiriye açık olmadıkları için kendilerini geliştirememekte ve sosyal iletişimde gecikmeler yaşayabilmektedirler.[4]
Baumrind tarafından tanımlanan üç ana-baba tutumundan biri, otoriter tutumdur. Bu ebeveynlik tutumunda, çocukların ebeveynler tarafından belirlenen katı kurallara uyması beklenir. Bu tür kurallara uymamak, genellikle ceza ile sonuçlanır. Otoriter ebeveynler bu kuralların arkasındaki mantığı açıklamamaktadır.[3] Ebeveyn-çocuk ilişkisi zayıftır ve sadece disiplin üzerinedir.[7] Çocuklarının olağanüstü davranmasını ve hata yapmamasını beklerler, hatalar genellikle oldukça sert bir şekilde cezalandırılır ve çocukların genellikle neyi yanlış yaptıklarını açıklamazlar.[4][5] Baumrind bu ebeveynleri “itaat ve statü odaklı; emirlerinin açıklama yapılmadan uyulmasını bekliyorlar” şeklinde tanımlamaktadır.[3] Otoriter tutum, Türkiye'de birçok ailede gözlenebilen bir tutumdur.[6] Çocuklar uymak zorunda oldukları bu kuralların baskısı sebebiyle içe dönük bir kişilik sergilemektedirler.[6]
Y kuşağı jenarasyonunun üniversite ve iş yaşamında görülmeye başlanmasıyla helikopter ebeveynlik kavramına yönelik ilgi bilim insanları çevrelerinde oluşmaya başlamıştır.[11] İlk olarak psikolog Foster Cline ve eğitimci Jim Fay tarafından tanımlanan helikopter ebeveynlik kavramı, çocuklarıyla durmaksızın iletişim kuran, onlar adına kararlar alan, çocukların karşılaştıkları her türlü problemin çözümünde destek olmaktan çok problemi çözen ebeveyn özelliklerine ve önceki kuşaklara göre ebeveynlerinin rehberliğine ve desteğine çok daha fazla bağımlı olan çocukların özelliklerine işaret etmektedir.[11]
Özellikle gelişmiş, refah düzeyi yüksek, sanayileşmiş Batı toplumlarında değişen toplumsal yaşam gereklilikleri doğrultusunda, çocukların mükemmel yetişkinler olarak yetişmesini amaçlayan ebeveynlik hedeflerinin Türkiye bağlamında da sanayileşme, kırdan kente göç, eğitim düzeylerinin artması gibi toplumsal değişimler ile görülmeye başlandığı ifade edilmektedir ([12]). Kağıtçıbaşı ve Ataca, söz konusu değişim ile birlikte ebeveynler için çocuğun ifade ettiği değerin değişim[13] gösterdiğini savunmaktadır. Sosyoekonomik gelişme ile birlikte çocuğun, ailenin geçimine katkı sağlaması ya da yaşlılık dönemleri için ebeveynlere bir güvence sağlaması gibi maddi değerlerinin düştüğü; çocukların ana babalarına hissettirdiği gurur, başarı duygusu, neşe gibi psikolojik değerlerinin ise yükseldiği ortaya koyulmuştur.[14] Kırdan kente göç ve çocuğun psikolojik değerinin yükselmesi ile birlikte çocuğun değişen toplumsal yapının gerekliliklerine uygun bireyler olarak yetiştirilmesini gerektirecek ana-babalık hedefleri şekillenmiştir.[15]
Sosyalleşen, içine doğduğu kültürü edinen çocuğun bu süreci yaşamasında ona en büyük desteği ve rehberliği sağlayan kişiler anne-babasıdır.[16] Çocuğun sosyalleştirilme sürecinde etkin bir katılım sağlayan ebeveynler çocuğun gelişimi için birçok olumlu sonucun ortaya çıkmasını sağlayabilmektedir.[17] Ancak ebeveyn katılımı ile görülen birçok olumlu sonucun karşısında, katılım ve denetim ile çocuğun özerkliği arasında bir dengenin kurulamaması çocuk için olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.[18] Yukarıda belirtildiği üzere, çocukların içinde yaşanılan toplumun gerekliliklerine sahip olarak yetişmeleri için şekillenen hedefler, anne-babanın müdahaleci katılımı sebebiyle olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.[12] Ebeveynlerin, çocuklarının yaşamlarına aşırı müdahalesine işaret eden helikopter ebeveynlik hedefleri, çocukları potansiyel olumsuz sonuçlardan korumak ve başarıyı garantilemek için tasarlanmaktadır.[19] Bu doğrultuda hareket eden helikopter ebeveynlerin en fazla öne çıkan nitelikleri, çocuklarına dair başarı beklentilerinin çok yüksek olması ve abartılı olarak çocuklarını hayatlarının tek ilgi odağı yapmaları, çocuklarının genç yetişkinlik dönemlerinde dahi bireysel yaşantılarına müdahil olmaları,[11] sıklıkla çocuklarından söz etmeleri, çocuklarının her ânını etkinliklerle doldurmaya çalışmaları, çocuğun yapabileceği işleri ve sorumlulukları onun yerine yapmaları, karşılaşılan problemleri çocuğunun yerine çözmeye çalışmaları, çocuğun okul hayatı ve problemleri ile öğretmene rahatsızlık verecek ölçüde ilgilenmeleri[19][20] olarak ifade edilmektedir. Helikopter ebeveynlerin yukarıda sıralanan özellikleri itibarıyla çocuklarında, özellikle üniversite ve iş yaşamı boyunca bir takım olumsuz sonuçların görüldüğü belirtilmektedir.[11]
Terri LeMoyne ve Tom Buchanan tarafından üniversite öğrencileri ile yürütülen bir çalışmada, helikopter ebeveynliğe maruz kalma ile öznel iyi oluş arasında olumsuz yönde; helikopter ebeveynliğe maruz kalma ile eğlence amaçlı ağrı kesici tüketimi arasında ise olumlu yönde anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Helikopter ebeveynlerin çocuklarının problemlerine kendi problemleri gibi yaklaşarak çözme çabası, hayatlarına sıklıkla müdahale etmesi, üniversite öğrencilerinin iyi oluşlarını olumsuz yönde etkilemekte ve depresyon, kaygı gibi psikopatolojilere daha kolay yakalanmalarına neden olmaktadır.[21] Benzer şekilde Schiffrin ve ark. tarafından üniversite öğrencileri ile yürütülen bir çalışmada, ebeveynlerinin yüksek katılımını ve müdahalesini bildiren öğrencilerin daha yüksek düzeyde depresif belirtiler ve daha düşük düzeyde yaşam doyumu bildirdikleri görülmüştür. Bununla birlikte öğrencilerin öznel iyi oluşları ile algılanan helikopter ebeveynlik arasında olumsuz bir ilişki olduğu ortaya konulmuş ve öznel iyi oluşun olumsuz etkilenmesinin nedeni, öğrencilerin özerklik ve yeterlilik hislerinin helikopter ebeveynler tarafından zedelenmesi olarak belirtilmiştir.[18] Odenweller, Booth-Butterfield ve Weber, helikopter ebeveynliğin sonuçlarını incelediği çalışmasında, çalışmanın örneklemini yalnızca üniversite öğrencileri ile sınırlı tutmamış, Y kuşağı olarak nitelendirilen 1982 yılı ve sonra doğumlu bireyleri katılımcı olarak belirlemiştir. Yapılan çalışmadan elde edilen sonuçlar, helikopter ebeveynlik ile otoriter ebevenylik stili, katılımcılarda uyma eğilimi ve diğerlerine bağımlılık arasında olumlu bir ilişki olduğunu göstermiştir. Otoriter ebeveynlik, katılımcılarda uyma eğilimi ve diğerlerine bağımlılığın, algılanan helikopter ebeveynlik ile birlikte yükselmesi, helikopter ebeveynlerin çocukların ihtiyaç duyduğu özerkliğe imkan tanımayacak şekilde sosyalleştirildiğine işaret etmektedir.[11]
Yukarıda belirtilen tüm çalışmalar Türkiye dışında gerçekleştirilmiş olup, Türkiye bağlamında yapılan bilimsel çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı belirtilmiştir.[22] Türkiye bağlamında yapılan bilimsel çalışmaların yeterli olmadığı vurgulanmış olsa da helikopter ebeveynlik kavramını Türk kültüründe inceleyen çalışmaların olduğu bilinmektedir.[12][22] HAsan Yılmaz ve Ayşe Büyükcebeci tarafından Türk üniversite öğrencileri ile yürütülen bir çalışmada, Batı literatürü ile tutarlı olacak şekilde, algılanan helikopter ebeveynlik ile öznel iyi oluşun temel yaşam becerileri boyutu arasında olumsuz bir ilişki olduğu görülmüştür. Bu bulgu, katılımcıların algıladıkları helikopter ebeveynlik düzeyinin arttıkça temel yaşam becerilerinde bir düşüş gözlendiği şeklinde yorumlanmaktadır.[22] Yaşin ve Demir tarafından yürütülen bir diğer çalışmada ise derinlemesine görüşme tekniği kullanılarak katılımcılardan ayrıntılı bilgiler elde etmek amaçlanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgular, helikopter ebeveynlere sahip olduklarını düşünen Y kuşağı katılımcıların, kendilerini başarısız hissettiklerini, aidiyet sorunları deneyimlediklerini, kendilerini gerçekleştiremediklerini düşündüklerini ve bir konuda hedef koyup o hedefe odaklanamadıklarını göstermiştir.[12]
Türkiye bağlamında ve yurt dışında gerçekleştirilen çalışmalar birbirleriyle tutarlı bir şekilde, helikopter ebeveynliğe maruz kalmanın, özellikle genç yetişkinliğe adım atılan üniversite ve iş yaşamı dönemlerinde genç yetişkin evlatlarda, özerklik problemleri, uyum, aidiyet, olumlu kendilik algısı ve temel yaşam becerileri sorunlarına neden olduğunu göstermektedir.[11][12] Erken çocukluk ve ergenlik dönemlerinde ebeveyn katılımının birçok olumlu sonuçlara yol açabileceği bilinse de[17] ebeveyn katılımı ile çocuğun özerkliği arasında denge halinin kurulmamış olması olarak nitelendirilebilecek olan helikopter ebeveynliğin, çocukların yaşamlarını zorlaştıracağı bilimsel kanıtlarla gösterilmektedir.[18]
Ana babalığı ifade eden ebeveynlik kavramına yönelik birçok kuramsal bakış açısı bulunmaktadır. Genel Sistem Kuramı ile İletişim Kuramı, Aile Yapısı ve Aile Değişimi Kuramı bu kuramlara örnektir.
Kuramsal yaklaşımlardan en geniş açıklamalara sahip olan Genel Sistem Kuramı, Bertalanffy tarafından 20. yüzyılın ortalarında oluşturulan biyoloji odaklı bir kuramdır.[23] Genel Sistem Kuramı’na göre her sistem parçalara sahiptir, her parçanın da kendine ait bir sistemi bulunmaktadır ve bu sistemler birbirleriyle uyumlu bir etkileşim içindedir.[24] Aralarında bir bilgi alışverişinin bulunduğu ve bir amaca sahip olan sistemler çevrenin etkileri sonucunda kendilerini yeniden düzenleyerek çevreye uyum sağlamaktadırlar.[25] Aile kavramı Genel Sistem Kuramı çerçevesinde incelendiğinde ailenin bir sistem oluşturduğu ve bu sistemin okul, kültür ve din gibi daha büyük sistemlerin bir parçası olduğu görülmektedir. Aile, diğer sistemlerle kurduğu ilişkiler doğrultusunda kendisini düzenlemektedir. Aile sistemi içindeki iletişimleri de açıklayan bir diğer kuram olan ve Watzlawick, Beavin ve Jackson tarafından 1967 yılında geliştirilen İletişim Kuramı, eylemsizlik durumunun da bir mesaj taşıdığını ve kişiler herhangi bir davranışta bulunmamayı tercih etseler dahi bunun bir anlamının var olduğunu savunmaktadır. Birey tarafından iletilen mesajlar iletişim içinde oldukları diğerleri tarafından fark edilir, böylece iletişim sağlanır ve kişi etkileşim içinde bulunduğu aile ve toplumdan etkilenir.[23]
Aile sistemini inceleyen farklı bakış açıları aile sisteminde var olan değişimleri ailenin sahip olduğu farklı özelliklerle açıklamaya çalışmaktadır.[23] Aile sistemi içinde, aile üyelerinin oluşturduğu ebeveyn alt sistemi, karı koca alt sistemi ve kardeşler alt sistemi olmak üzere farklı sistemler bulunmaktadır ve bu sistemler aile üyelerine farklı roller ve gereklilikler yüklemektedir.[24]
Karı koca alt sistemi değerlendirildiğinde, Amerika toplumu için yaklaşık 34 yıllık bir süreç karşılaştırıldığında evliliğin eskisi kadar merkezi bir role sahip olmadığı ve evlenmeyen bireylerin sayısında artışın bulunduğu gözlenmektedir.[26] Türkiye’de ise evliliğin hala merkezi bir öneme sahip olduğu görülmektedir.[23]
Ebeveyn alt sistemi incelendiğinde ise, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)tarafından 2012 yılında yayınlanan İstatistiklerle Çocuk[27] verilerine göre çocuk nüfusu genel nüfusun %30’u iken, İstatistiklerle Çocuk raporunun 2019 yılındaki verileri sonucunda çocuk nüfusunun %27,5 olduğu görülmektedir.[28] Çocuk nüfusundaki bu düşüşün nedenlerinden bazıları kente göç, özellikle kadınların eğitim düzeyinin yükselmesi ve çalışan kadın sayısındaki artış olarak görülmektedir.[23]
Aile Değişim Kuramı ise aile yapısı, aile sistemi ve aile etkileşimi kavramları çerçevesinde temellendirilmiştir.[29] Kağıtçıbaşı, aile yapısına etki eden doğurganlığın sosyoekonomik değerler açısından incelendiği çalışmalara farklı bir yön kazandırmıştır.[30] 1970’li yıllara kadar Çocuğun Değeri çalışmalarında ekonomik değişimler, doğurganlık oranları gibi değişkenlerle açıklanmaya çalışılmıştır ancak Kağıtçıbaşı, doğurganlık oranlarının doğrudan ekonomik nedenlerle açıklanamayacağını, çocuğun değerinin bu iki değişken arasında bir etkiye sahip olduğunu ifade etmiştir.[29]
Çocuğun Değeri ve Aile Değişimi çerçevesinde yaklaşık otuz yıllık bir süreçte ve üç kuşağın incelendiği bir çalışmada çocuğun değeri, ekonomik/faydacıl değer, sosyal değer ve duygusal değer olmak üzere üç farklı kavram çerçevesinde değerlendirilmiştir.[14]
Birçok ülkede doğurganlık oranlarındaki farklılığın çocuğun duygusal değerine etki etmediği ancak düşük ekonomik gelire sahip ülkelerde çocuğun ekonomik değerinin diğer ülkelere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur.[31] Bununla birlikte ekonomik durumun çocuğun değeri üzerinde etkisinin olduğu görülmektedir ve düşük gelirli ülkelerde çocuğun ekonomik değeri yüksekken çocuğa verilen duygusal değer, ekonomik gelirin yüksek olduğu ülkelerden daha azdır.[30]
Kağıtçıbaşı tarafından Çocuğun Değeri çalışmalarının etkisiyle oluşturulan Aile Değişim Kuramı üç farklı aile modeli sunmaktadır.[29]
Kültürün değişmez bir yapıya sahip olmadığı ve sürekli olarak yenilenen dinamik bir sistem olduğu düşünüldüğünde ebeveynlerin çocuklarını yetiştirirken benimsedikleri davranışlar, düşünceler ve pratikler üzerinde kültürel farklılıkların etkili olduğu sonucu çıkarılmaktadır.[32] Ebeveyn sevgisi boyutu kültürel farklılıklara karşı daha az duyarlıdır ancak ebeveyn kontrolü kültürel bağlam temelinde incelendiğinde önemli farklılıklar göstermektedir.[33] Kağıtçıbaşı'na (2012) göre ebeveyn kontrolü, sosyokültürel farklılıklar temelinde çocuğa verilen değer açısından kültürel farklılıklara karşı daha duyarlıdır.[33]
Ebeveyn kontrolünün kültürel olarak farklılıklara sahip olması kontrolün nasıl tanımlandığı ve hangi boyutlar altında incelendiği ile ilişkilidir. Kontrolü psikolojik kontrol ve davranışsal kontrol olmak üzere iki temel boyut altında inceleyen Barber'e göre (1996)[34] psikolojik kontrol, çocuğun düşünme süreçlerine ve kendini ifade etme biçimine etki eden duygusal ve psikolojik müdahalelerdir. Davranışsal kontrol ise çocuğun davranışlarının izlendiği ve denetlendiği bir müdahale biçimidir.
Kentli orta sınıf Türk ailelerin üç neslinde annelerin, babaların çocuk yetiştirme pratikleri ve benlik saygısının incelendiği bir çalışmada anne ve babaların çocuk yetiştirme pratikleri dört faktör temelinde değerlendirilmiştir. Şefkat, kontrol, disiplin ve özerklik bağlamında incelenen ebeveyn pratikleri çocukların ebeveynlerine yönelik algıları ve ebeveynlerin kendilerine yönelik algıları doğrultusunda ayrıştırılmıştır. Çocukların algıladıkları anne kontrolü ile çocukların annelerinden aldıkları özerklik desteği ile ilişkili algıları arasında negatif bir ilişki bulunmuştur. Bununla birlikte çalışmanın bulguları değerlendirildiğinde çocuklar kontrolü, şefkat eksikliği olarak görmektedir.[35]
Kültürlerarası ve kültür içi karşılaştırmaların yapıldığı bir çalışmada genç yetişkinlerin anne ve babalarının uyguladıkları kabul ve kontrol davranışları incelenmiştir. Kontrol davranışı psikolojik kontrol ve katı kontrol olmak üzere iki boyutla değerlendirilmiştir. Amerikalı ve Türk katılımcıların ebeveynlerine yönelik algıladıkları kabul boyutunda istatistiksel bir farklılık bulunmazken kontrol boyutları farklılık göstermiştir. Türkiye’de psikolojik kontrol daha çok algılanırken Amerika’da katı kontrolün daha çok algılandığı bulunmuştur. Her iki kontrol boyutu da kabul boyutu ile negatif ilişkilidir. Aynı zamanda Türkiye içinde farklı kültürel yapıları incelemek amacıyla Türkiye metropol, batı ve İç-Doğu Anadolu olmak üzere üç farklı bölge temelinde değerlendirilmiştir. Bölgesel karşılaştırmalar sonucunda da kontrol ve kabul arasında negatif ilişki bulunmuştur ancak bu negatif ilişkinin gücü Batı bölgelerinde daha fazladır.[36]
Ebeveyn çocuk ilişkisinde ebeveyn kontrolü farklı boyutlarda incelenmiş ve kontrol birçok çalışmada birbirinden farklı olarak tanımlanmıştır. Türkiye'de Babalığı Anlamak Serisi 1: Türkiye’de İlgili Babalık ve Belirleyicileri Raporu’nda kontrol ve disiplin babalığın zorlayıcı bir yönü olarak değerlendirilmiştir. Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) tarafından yürütülen bu çalışmada kontrol davranışı, çocuğun hem yaşına hem de gelişimsel düzeyine bağlı olarak oluşturulan, kurallar koyan ve sınırlayıcı yöntemler olarak ifade edilmektedir. Çocuk yanlış bir davranışta bulunduğunda kontrol ve disiplin bir cezalandırma yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun aksine her babanın çocuğuna kural koymadığı ve kurallar koymanın çocuğun özerkliğinin kısıtlanması olarak gören babaların da olduğu bir diğer bulgudur.[37]
Ebeveyn kontrolü ile ilgili çalışmalardaki bulguların çocuğun ebeveyn kontrolüne ilişkin algıları çerçevesinde değerlendirilmesi de gerekmektedir. Çocuk, ebeveynlerin uyguladıkları kontrolü haklı ve gerekçelendirilmiş bulursa kontrol bir sevgi eksikliği olarak algılanmamaktadır ve çocuk için daha olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Aynı zamanda kültürel bağlam içerisinde kontrolün toplumsal olarak nasıl algılandığı da çocuğun ebeveyn kontrolünü haklı görüp görmemesine etki etmektedir.[33]